YAZARLAR
Felsefenin Zirvesi ve Fârâbî
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO, 2020 yılını Fârâbî Yılı ilan etti. Böylece, Kazakistan tarafından yapılan öneriye, İran ve Türkiye’nin de destek vermesi ile 2020 yılı isteyen ülkeler tarafından resmî Fârâbî Yılı ilan edilecek. Kazakistan, İran ve Türkiye Fârâbî ile ilgili çeşitli programlara başlamış bulunuyor.
UNESCO’nun adına yıl ilan ettiği Fârâbî 870 yılında doğmuş ve 950 yılında da vefat etmiş dünyaca ünlü bir filozoftur. Fârâbî’nin doğumundan günümüze 1150 yıl geçmiş. Fârâbî, Sokrat’tan, Eflatun’dan ve özellikle de Aristo’dan devraldığı felsefeyi kendi yorumuyla zirveye çıkarmıştır. Her zirvenin bir inişi vardır, denilse de Fârâbî ile zirveye çıkan felsefe orada takılıp kalmıştır. İbni Sînâ ve İbni Rüşd vasıtasıyla Fârâbî felsefesinin daha da ileriye gittiği söylenebilir. Ama, Fârâbî’nin zirvesinin aşıldığı söylenemez. Zira, her ikisi de Fârâbî’nin yolunu takibe devam etmiştir.
Yaratanı ve yaratılanları idrak etmek, kavramak, anlamak kadar, idrak edileni, kavranılanı ve anlanılanı yorumlamak da önemlidir. Felsefe, dolayısıyla Fârâbî de bunu başarmıştır. Fârâbî’nin başarısının temelinde, en ince ayrıntılara kadar ilkeleri ortaya koyması yatar. İlimleri tasnif ederek sınıflandırması dahi bu ilkelerinin bir sonucudur.
Aristo’dan etkilendiği bilinen, Fârâbî’nin en başarılı olduğu alanlardan bir tanesi, İslam geleneğindeki hocayı, muallimi, mürebbiyi unutmama geleneğini çok başarılı bir şekilde sürdürmüş olmasıdır. İlim öğrendiği hiç bir kimseyi atlamamış, başta Aristo olmak üzere eleştirse de, farklı da söylese muallimlerini minnetle anmış, Eflatun ile Aristo felsefesinin aslında birbirinden çok da farklı olmadığını ortaya koyabilmek için çabalamıştır. Bunun için kendisine Aristo’dan sonra gelen ikinci öğretmen manasında “Muallim-i Sânî” denilmiştir.
Bu yazının amacı, Fârâbî şu konuda böyle demiştir, bu konuda şunu ortaya koymuştur gibi bir felsefî değerlendirme olmadığı için burada herhangi bir felsefî bilgilendirmeye yer vermeyeceğiz. Ama, “Fârâbî aradan geçen 11 asırlık bir süreye rağmen neden bu kadar değerlidir?” sorusuna cevap arama girişimi olarak bazı konuları da ifade etmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Fârâbî için felsefe, yaratanı ve yaratılanları idrak etmektir. Ve tek hakikat de budur. Bugün teknolojik ve bilimsel gelişmeye paralel olarak büyüyen idraksizlik ve algısızlık hastalığının insanları ne kadar da cahil bırakabildiğini düşünürsek “Yaratanı ve yaratılanları idrak etmek.” ifadesinin ne manaya geldiğini ancak anlayabiliriz.
Fârâbî’yi anlamak için önce onun ilimleri nasıl sıraladığına bakmak gerekecektir. O ilimleri genel olarak şöyle sınıflandırır:
- Dil Bilgisi İlmi: Lügat, kelime ve cümle bilgisinin yanı sıra yazı, okuma ve şiir bilgisi. Zira dil, konuşmanın ve anlatmanın ilmidir.
- Mantık İlmi: Akıl ile düşüncenin sağlamasını ortaya koyar. Aklın temel ilkeleri kişiden kişiye değişemez. Bu alanda önermeler, kıyas, ispat, cedel, safsata, şiir, hitabet mantık ilimleri içinde ele alınır.
- Tâlimî İlimler (Öğretilen ve öğrenilen ilimler): Kısaca matematik ilmidir ki, aritmetik, geometri, astronomi (gök cisimleri), mûsikî, teknik araçlar, ışık bilgisi.
- Tabiat ve İlahiyat İlmi: Fizik ve felsefi ilimlerdir ki, gökyüzü ve dünya ile buralarda bulunan cisimlerin oluş ve bozuluşu gibi alanları inceler. İlahiyat ilmi ise cisim olmayan, cisimlerin içinde yer almayan varlıkları araştıran ilimdir.
- Medeni İlimler: Ahlak ve siyaset ile fıkıh ve kelâm ilmidir. Ahlakın ve siyasetin işlerliği ve işe yaraması için fıkıh ve kelama ihtiyaç vardır. Fıkıh, şeriatın açıkça ortaya koymadığı hükümleri, şeriatın işaret ettiği şekilde ve peygamberin kurduğu ilkelere göre hükümler çıkaran bir ilimdir. Din nazarî ve amelî olarak iki şekilde yaşanır ve bunlar birbirine bağlıdır. Nazari yön: Allah’ı ve sıfatlarını bilerek onun gönderdiklerini idrak etmektir. Amelî yön ise (ibadet/kulluk): İdrak edilen şeylerin ifa edilmesiyle yaşantıya dönüştürülmesidir. Kelam ise, dinin anlattıklarının haricindeki şeylerin yanlışlığını göstermeye yarar.
Fârâbî’yi özetleyen bir eseri “Medinetu’l Fadıla” ismini taşır. Faziletli, erdemli devlet diye tercüme edilse de, burada verilmek istenen fikir, mevcut idarelerden daha üstün, insanı saadete götüren ve yaratıcının idrak edilmesini temin eden en üstün idare kastedilir. Fârâbî için “Medine” kavramının da özel bir yeri vardır ki, dil ve kavram manasının yanı sıra “Peygamber Efendimizin şehri olan Medine’ye atıfta bulunur. Aynı şekilde, es-Siyasetu’l-Medeniyye, Fusûlu’l-Medenî isimli kitaplarındaki “Medine” de Peygamberimizin şehrine atıf olarak kabul edilir. Fârâbî bunu hiçbir kitabında doğrudan bir atıfla ile değil, ortaya koyduğu ideal ve mana ile gerçekleştirir.
Onun içindir ki Fârâbî özel bir yıl ile hatıralarda kalmayı hak ediyor. Ama asıl soru, “Biz onu hak ediyor muyuz?” sorusudur.