Hayat

Din, Şeriat ve Fıkıh Neden Birbirinden Farklıdır?

Din, şeriat ve fıkıh arasındaki farkları Prof. Dr. Hacı Yunus Apaydın Camia’ya değerlendirdi. Apaydın’a göre, din ve şeriat hakikati temsil ederken fıkıh, her zaman yüzde yüz hakikati temsil etmez. Fıkıh beşer ürünüdür ve hata etmek de mümkündür.
İlhan Bilgü
21 Şubat 2020

“Din, şeriat ve fıkıh aynı değildir.” diyorsunuz. O zaman din, şeriat ve fıkıh nedir?

Teori ve sistem, kavram tuğlaları ile örülür. Müslümanlar, kavramlarını kaybettiler ve genellemeci bir dil kullanmaya başladı. O yüzden herkesin bildiğini sandığı kavramları yerine tam oturtmak istiyorum. Onun için din, şeriat ve fıkıh kavramları arasında ayrım yapmak, modern dönemde Müslümanca düşünmek ve Müslümanca üretmek için hayati bir öneme sahiptir. Din ve şeriat ayrımı benim yaptığım bir şey değildir. Ebû Hanîfe, Gazâlî, özellikle Mâturidî gibi fıkıh ve kelamcılarda bu ayrımı çok net görüyoruz.

O net olarak görünen şey nedir?

Günümüzde, din ve şeriat arasındaki farkı kaybedecek şekilde bir vahiy ve ilahilik vurgusu var. İlahilik özelliği, hem şeriatın hem de dinin temel bir özelliği ama, mahiyetlerine, içerdikleri anlamlara baktığımızda mahiyet farkı görüyoruz. Buna göre din, inançla, ahlakla ilgili ilkelerdir. Allah’a inanmak, Allah’ın sıfatları, peygamberler, melekler ve ahiret inancı, ahlaki ilkeler, doğruluk, adalet, ahde vefa, çalmamak, haksızlık etmemek gibi ahlaki ilkeler din kapsamındadır. Ahlak esaslı bir biçimde din içerisinde yer alır. Dinin ihtiva ettiği bu konular evrenseldir, zaman ve mekâna bağlı değildir.  Fakat, mesela adaletin kendisi ide olarak evrenseldir; adaletin gerçekleşme biçim, yani keyfiyeti ise zaman ve mekâna göre değişiklik arz edebilir.

Şeriat, vahiy mahsulü olmasına rağmen, din ilkeleri ile bağlantısını sürdürerek zaman ve mekân koordinatları içerisinde yine vahiy yoluyla yapılan pratiğe ilişkin düzenlemelerdir. Yine mesela, adaletin nasıl gerçekleşeceğini, hangi olay üzerinde, hangi hukuki ilişki içerisinde gerçekleşeceğini somut olarak gösteren düzenlemeler şeriat olmaktadır.

Şeriatın içerisine baktığımızda, bunlar pratiklerimizdir. Bunun iki boyutu var. Bir: Allah’a, yaratıcıya karşı ibadet etme yükümlülüğü, Allah’ı tazim sorumluluğu, buna ibadet diyoruz. İbadetler ise, yaratıcıyı nasıl tazim edeceğimize dair düzenlemelerdir. İbadetler, evrensel değil, zaman üstüdür. Evrensel ile zaman üstülükte fark vardır. Evrensel, her insan için her zaman geçerli olan ilkelerdir. Zaman üstü ise, sadece buna inananlar için her zaman ve her yerde geçerli ilkelerdir. Zamanın ve mekânın aşındırmasına tabi değildir. 5 vakit namaz gibi.

Şeriat. Yani şeriatın ikinci boyutu nedir?

İnsanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine matuf olan şeylerdir. Evlenmek, alış-veriş, suç-ceza ilişkisine kadar, başkalarının haklarının söz konusu olduğu her alan şeriat kapsamındandır. Vahiy ürünü olan kitabın içerisinde bu alana ilişkin yapılan düzenlemelerdir. Sünnetin bir kısmı da buna dahildir.

Dinin kapsamına dahil konular hiç değişmez. Şeriat kapsamına dahil edilen meselelerde, Hz. Âdem’in, Hz. Nûh’un, Hz. Îbrahim’in ve Hz. Muhammed’in şeriatında zaman içinde değişiklikler olmuştur. Bunu Allah yapmıştır. Pratiğe dönük düzenlemelerde vakte bağlı olarak, zamana ve mekâna göre değişiklik olduğunu bize bildiren de vahiydir. Burada, sanki “şeriatın, yani pratiklerin karakteri değişmedir”, diye görüyoruz. Din ve şeriat vahiy mahsulü olduğu için, Hz. Peygamberle de vahiy sona erdiği için artık din ve şeriat olarak önümüzde bulunan şeyler tamamlanmıştır; statiktir.

Ama sürdürdüğümüz hayat statik değil!

Artık din ve şeriat kemâle ermiştir. Peygamberlik dolayısıyla canlı vahiy ilişkisi kalmadığı için, fıkıh devreye giriyor. Artık dinin ve şeriatın öznesi olan peygamber yok ve Allah da peygamber yoluyla müdahale etmiyor. İşte burada, din ve şeriatı anlama faaliyeti, yani fıkıh ortaya çıkıyor. Bunun öznesi de beşer; Müslüman. Vahyin kesilmesi ile birlikte beşer, dini ve şeriatı anlayıp, yani statik ve tamamlanmış metni dinamik hayata çekecek görevi üstlenmiş oluyor. Fakihin grevi, nasslarda mündemiç olan ahkamı makasıdları doğrultusunda işleyen ve dinamik olarak seyreden hayata çekme çabasıdır. Din ve şeriatın öznesi şâri’  iken, fıkhın öznesi fakihdir, görev beşere intikal etmiştir.

Beşer açısından bakıldığında bu çok büyük bir sorumluluktur. Vahiyde mündemiç olan tüm ahlaki ve metafizik değerlerden ayrılmadan, adalet ölçüsünde huzuru ve maslahatı sağlayacak şekilde insanlar arasındaki ilişkileri düzenleme görevini üstlenmiş oldu. Fukahada aranan şartlardan birisi “karîha” idi. Meleketun yuktederu biha alâ istinbati’l ahkam özelliği olması lazım.

Bu ne demek hocam?

Özel yetenek, yani, hükümlerin delillerine ulaşabilme iktidarı olan özel yetenek. Bu şekliyle insan gayreti söz konusudur ve dinamik bir süreçtir. Fıkhın görevi, din ve şeriatta mündemiç olan hem salt hükümler hem de ilkeler ve maksat bağlamında olan şeyleri içinde yaşanılan hayata taşıma görevidir. Fıkıh bu faaliyetin adıdır. Yani, nasslarda yer alan ahkamı içinde yaşadığımız zaman ve zeminin koordinatlarını dikkate alarak buraya taşımaktır.

Hukuk denilen ve özellikle insanlar arası ilişkileri düzenleyen kısım, içinde yaşanılan zeminle son derece bağlantılıdır. İnsanların maslahatını gözeteceğiz, adaleti temin edeceğiz, haksızlığı önleyeceğiz. Adalet denilen şey o toplumun özellikleri dikkate alınarak gerçekleştirilebilir.

Eski dönemlerde değişim çok yavaştı. Ama modern dönemde değişim çok hızlı. Öz itibariyle fıkıh faaliyeti, nasslarda yer alan hükümlerin, fakihin içinde yaşadığı toplumun koordinatlarını, yani o toplumun telakkileri, ilişki biçimleri de dahil olmak üzere her şeyi dikkate alması lazım. Fıkıh yapmak yerine göre bir bina yapmak gibi bir şeydir. Yerine göre yemek pişirmek gibi bir şeydir. Bina yapacak olan bir kimse, orada hangi malzeme varsa ondan yapar. Taştan, tuğladan, kerpiçten ağaçtan, betondan yapar. Aşçı da hangi malzeme varsa ondan yemek yapar. Fıkıh da böyledir. Burada esas olan şey, malzemenin düzgün sağlıklı ve estetik bir şekilde kullanılmasıdır.

Kafada oluşturulan paket programlar gibi bir fıkıh uygulaması diye bir tahayyülden kurtulmalıyız diye düşünüyorum. Eskiden, üzerinde icma da olsa, Haremeyn bölgesinde uygulanan ama Buhara’da, Semerkand’da uygulanamaz denilen meseleler var ki, günümüzde değişim çok daha hızlı olduğu için paket fıkıh uygulamasını yeniden gözden geçirmeli ve yeni formülasyonlara gidilmelidir.

Reklam (İç Sayfa)

en çok okunanlar

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş