Hayat

Bir Ebû Hanife Delisi: İmam Zahid el–Kevserî

Kevserî, tam bir Hanefî, tam bir Mâturîdî mezhebi savunucusudur. Amma, diğer mezhepleri eleştirmesine rağmen İslam’ın anlaşılmasında o mezhepleri de bir yol olarak kabul eder. Yani o, asla mezhepçi olmamıştır.
İlhan Bilgü
06 Mart 2020

Namık Kemal, Osmanlı’da özgürlüğü savunan, ama, kendileri işbaşında olmasına rağmen muhalifleri mahkûm eden ittihad ve terakki grubuna karşı şöyle der:

Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet (Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin)

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten (Esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk)

Namık Kemal’in bu tanımına en uygun isimlerden birisi Zahid el-Kevserî’dir. Kevserî, özgürlüğü ancak ittihatçıların zulmünden kaçarak bulabilmiştir. Kevserî bir muhalif âlimdir. Muhalifliğini yazdığı pek çok kitapta ortaya koymuştur. Öyle ki, 53 kitabından 18’i “reddiye” tarzında muhalefet kitabıdır. Ama, Kevserî eleştirdiği âlimlerin güçlü ve takdir ettiği yönlerini de ortaya koymaktan çekinmemiştir.

OFLU HOCA’YA CEVAP

Zahid el-Kevserî’nin reddiye alışkanlığı daha genç yaşlarında başlar. Memleketi olan Düzce’ye gelen bir Oflu hocanın, tasavvuf aleyhinde vaazlar vermesi üzerine bir gecede “Oflu Vaize Reddiye” diye bir kitap yazar.

Kitaplarında eleştirdiği, muhalif olduğu kimselere karşı sert ifadeler kullansa da Kevserî muhalefet ettiği kimselere hakaret etmez, aşağılamaz. Bu konuda iki örnek verecek olursak birisi kendisi gibi Mısır’a kaçmak zorunda kalan Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’ye muhalefeti diğeri de Mutezile mezhebine muhalefetini gösterebiliriz.

Buna karşılık, dinde reform yapma, dinde yenileme gibi şer’an kabul edilemeyecek olanlara ve mezhepleri dini bozmakla itham edenlere karşı muhalefetinin şiddet dozu ise iyice fazladır. Zira dinde bir yenilenme, dinin temelini sarsmaktır. Ümmeti ileriye götürecek ve faydalı “yenile/nme” ise, kainatta var olan sırların keşfedilmesinde, hayvanların, bitkilerin, madenler gibi tabiatın özelliklerinin araştırılmasında gelişmiş ülkelerle yarışmak, elde edilen bilgileri “i’lay-ı kelimetullah” ve İslam ümmetinin maslahatlarını gerçekleştirmek için çalışmak şeklindeki ilerlemedir.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile tartışmasına geri dönelim. Mustafa Sabri Efendi, Eş’arî gelenekteki kader anlayışını savunan “Mevkıfu’l-beşer tahte sultani’l-Kader” (Kaderin sultası altındaki beşerin konumu) isimli kitabını yazdığında Kevserî buna çok üzülür ve Matûrîdî gelenekteki kader anlayışını savunur. Muhalif olduğu Sabri Efendi’nin yaşamak zorunda kaldığı bir hayatın etkisi altında kalma durumuna düştüğü için bu inanca yöneldiği kanaatinde olduğunu söyler. Tartışma öyle uzar ki, Şeyhülislam ile Kevserî arasındaki bu tartışmalar neticesinde ortaya en az 8 kitap çıkarır. Yine de, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ne de Kevserî birbirine küfretmemiş, alay etmemiş, sadece, bildikleri doğruları gündeme getirmiştir.

Mutezile’ye gelince. Mutezile Allah’ın sıfatları konusunda diğer mezheplerden farklı düşünür ve bazı sıfatları kabul etmez. Ama Kevserî, Mutezile’nin bu görüşü dolayısıyla sapık bir fırka görülmesine karşı çıkar. Mutezile sonrasında Allah’a aynen insanlar gibi sıfat ve özellikler atfeden Haşviye fırkasını da reddeden Kevserî, Hanefî mezhebinin kurucularına karşı yapılan her itiraza ve eleştiriye cevap yazar.

Aslında Kevserî, tam bir Hanefî, tam bir Mâturîdî mezhebi savunucusudur. Amma, diğer mezhepleri eleştirmesine rağmen İslam’ın anlaşılmasında o mezhepleri de bir yol olarak kabul eder. Yani o, asla mezhepçi olmamıştır.

“EBÛ HANÎFE DELİSİ”

Kevserî , Mezheplerin İslam’ın anlaşılmasında çok büyük vazifeler ifa ettiğini, dolayısıyla son dönemde ortaya çıkan mezhepsizlik veya mezheplerin hepsinin birleştirilmesi gibi bir düşünceyi kabul etmez. Buna karşılık ilmi birikimini olanca gücüyle Hanefî mezhebini savunmakta kullanır. Bunun için de “Mecnunu Ebi Hanife” (Ebû Hanîfe Delisi) diye anılır. Hakaret anlamında da kullanılsa bu tanımlamayı kabul eder. Ama bu delilik onu yine de mezhepçi yapmamaktadır. Tam aksine, mezhepçiliğin âlimin basiretini bağlayan en tehlikeli şey olduğunu, mezhep taassubunun zayıf delili kuvvetli, kuvvetli delili zayıf; güçlü delili güçsüz, güçsüz delili de güçlü göstereceğini ifade eder.

Ebû Hanîfe… O, bir hükme öğrencileri ile müzakere ederek varmıştır. Kimseyi kendi görüşünü kabul etmeye zorlamamıştır. Herkes, varılan hükmün delilini bilmek zorundadır. Hanefî mezhebinin bir başka özelliği, yeni ortaya çıkan meselelerin çözümü için sürekli bir şekilde, her devirde fıkıh faaliyeti yapmasıdır. Bu fıkıh faaliyetleri ise, insanların ihtiyaç ve meselelerine çözüm üretecek şekilde ve zamanın sosyal gerekleri dikkate alınarak yapılmıştır. Bununla birlikte özellikle Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebinin önde gelen imamlarının görüşlerini zemmetmek de gerekmez.

HANEFÎLİĞİ TERCİH NEDENİ

Kevserî’nin Hanefî mezhebini tercih etme sebebi ise özet olarak şu şekilde ifade edilebilir: Kendilerini “müctehid” diye kabul ettiğimiz anda mezhep imamlarının da hata edebileceğini söylemiş oluruz. Mezhep imamları, Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarma yollarını açıklamakla meşgul olmuşlardır. Dolayısıyla, ortaya koydukları bu yolda hata etmeleri mümkündür.

Reklam (İç Sayfa)

en çok okunanlar

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş