Hayat

İslam’a Göre Dinden Dönenlerin Durumu!

IGMG Genel Başkanı Kemal Ergün dini kabul etmenin bir özgür irade meselesi olduğunu açıkladığı konuşmasından sonra şimdi de İslam’dan dönenlere dair yanlış kanaatlerin doğrusunu izah etti.
25 Mayıs 2020
IGMG Genel Başkanı Kemal Ergün @Camia

Hocam, bir önceki söyleşimizde, İslam’a girmek için bir zorlama olamayacağına dair konuşmuştuk. Şimdi de irtidat eden, yani İslam dinini terk eden bir kimsenin durumunu konuşmak istiyorum. İslam’dan irtidat eden bir kişi öldürülür mü?

Bugün yaşadığımız bu toplumlarla en fazla tartışma konusu olan konulardan birisi de bu konudur. Yani, bir kişi Müslüman oldu, sonra da vazgeçerek İslam’dan döndü! Ne olacak şimdi?

Konuya hemen başlayalım. Bu bağlamda Buharî’nin naklettiği bir hadîs-i şerifi sizlerle paylaşmak isterim.

Buharî’nin naklettiğine göre. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e köyden bedevî bir insan geldi. Müslüman oldu. Sonra Müslümanlık içine oturmadı, İslam’dan vazgeçti. Hasta olduğunu bahane ederek Peygamberimizden müsaade istedi. Peygamber Efendimiz onun Medine’den ayrılmasını arzulamadı. Ancak müsaade isteyince de kırgınlığını ifade etmek için : “Medine, kirini pasını atan, iyisini tutan bir körük gibidir.” buyurdu.

Eğer İslam’dan dönen bir insanın öldürülmesi farz olsaydı, Peygamber Efendimiz aleyhisselam bu bedevîyi öldürmez miydi?

Aslında, İslam tarihinde ilk irtidat olayı Mukays bin Subabe’nin dinden çıkması olayıdır. Ne var ki bu olay, asıl mecrasından çıkartılarak anlatılır. Mukays bin Subabe dinden dönmüştür, ama, dinden döndüğü için öldürülmüş değildir. Evet, dinden dönmüştür ve İslam’a savaş açmıştır. Mukays bin Subabe yanlışlıkla kardeşini öldüren bir Müslüman’dan kardeşinin diyetini aldığı hâlde, o Müslüman’ı kasten öldürdüğü için kısasen öldürülmüştür. Mesele dinden dönme meselesi değildir.

Fakat, yine Buharî’de “Kim dinini değiştirirse onu öldürünüz.” diye bir başka hadis daha var. Bunu nasıl yorumlayacağız?

Bu hadis de hep önümüze gelmektedir. Efendimizin bu hadîs-i şerifi dinden dönenin öldürülmesi anlamında değildir. Zira, hadisin sebeb-i vürudunu, yani, niçin söylenildiğini de araştırıp bulmak lazım.

Şunu da bilelim: O zamanda, dinden dönen insanlar, aynı zamanda otoriteye baş kaldırıyorlardı, devlete savaş ilan ediyorlardı. Müslümanlara savaş açmış o günün Mekkeli müşrikleriyle kol-kola giriyorlardı. Hz. Muhammed Mustafa’nın dinine, devletine savaş ilan ediyorlardı. Hiçbir devlet kendisine savaş ilan eden terörist unsurlara çiçek vermez, cezalarını verir.

Bu hadis, devlete, Peygamber Efendimiz’e savaş ilan edenleri mi hedef alıyor?

– Nitekim, ilgili şahıs olan Abdullah İbn Saad İn Ebi Sarh ile ilgili “O müşriklere katıldı, Allah’a ve Resûlü’ne savaş ilan etti.” ifadesi de bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki, onun dinden dönen biri olmanın yanı sıra Allah’a ve Resûlü’ne savaş ilan ettiği, devlete başkaldırdığı ortadadır.

Medineli bedevînin dinden döndükten sonra kendisine her hangi bir muamele yapılmadığı ve kendisine her hangi bir ceza uygulanmamış olması da bunu desteklemektedir.

Bu bedevînin durumuna benzer başka örnekler var mı?

Bu bağlamda Tuster savaşından bir örnek vermek isterim. Ebu Musa el Eş’ârî, Tuster savaşından sonra Enes bin Malik’i Hz. Ömer’e gönderdi ve dinden dönen bir kısım insanların öldürüldüğünü bildirdi.

Hz. Ömer’in tepkisi nasıl oldu?

Tabii ki, Hz. Ömer çok üzüldü. Niçin böyle yaptınız, deyince “Ya emire’l Müminin! Dinden döndüler ve düşmanlarımızın safına katıldılar. Ya sen ne yapardın?” dediler. Bunun üzerine Hz Ömer şöyle dedi: “Geldikleri ve çıktıkları kapıdan onların tekrar bir daha girmesini sağlardım. Yalvarırdım, yeniden Müslüman olmaları için ikna ederdim. Düşmanların safına katıldığı için onları öldürmez, onları düşman safına katıldığı için hapse atardım.”

Hz. Ömer’in dinden dönen kimse, savaşta düşman safına geçseler dahi esir edilenlerin de öldürülmeyeceğine hükmetmiş oluyor.

Ölümler, savaşanlar için söz konusu. Yine bu konuyu izah edecek olan Âl-i İmrân suresinin 86-89. ayetlerinin meallerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramalarıdır. Bu lanete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz. Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Ayetler bize gösteriyor ki, dinden dönenlerin cezası dünyevi değil uhrevîdir. Yani hür iradesi ile dine girmiş ve arzusu ile dinden çıkmış bir insana herhangi bir ceza verilmez, onların cezası ahirette olacaktır.

Hz. Ebû Bekir döneminde Arap yarımadasının her tarafında toplu ridde/dinden dönme hadiseleri var. Museylemetu’l Kezzab, Seccah, Esvedu’l Ansi liderliğinde. Bu olayları nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Evet, ancak bunlar “Biz İslam’a girdik ama şimdi İslam’ı kabul etmiyoruz, dinden döndük.” demekle kalmamışlardır. Bunlar devlete karşı savaş ilan etmişlerdir. Hatta Peygamberlik ilan edip Müslümanları İslam’dan döndürmek için savaş açmışlardır. Hz. Ebû Bekir’in onlarla savaşı insanların hak, hukuk ve güvenliklerini sağlamak içindir.

Bu anlamda Nisâ suresi 137. ayetini hatırlatmak isterim. Bu ayet konuyu çok güzel izah etmektedir.

“İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.”

Ayete dikkat ediniz: İman eden, sonra inkâr eden, sonra tekrar iman eden, yani, iman etti, inkâr etti, sonra bir daha iman etti, sonra tekrar bir daha inkâr etti. Sonra inkârında çok kararlı oldu, yani, çok ciddi anlamda inkârını artırdı, ileri gitti. Allah onları asla bağışlamayacak ve onları doğru yola iletmeyecek demektir.

Burada eğer âyet-i kerimede dinden dönenlerin, irtidat edenleri, ölümle cezalandırılması öngörülmüş olsaydı, ilk anda birinci inkârda öldürmeleri gerekirdi. Hâlbuki, iman edip inkâr eden, sonra iman edip tekrar küfre düşen ve iman edip sonra da küfründe ileri gidenlerle ilgili, Allah’ın onları doğru yola iletmeyeceği, onları bağışlamayacağı, yani cezalarının uhrevî, ahirette olacağı bildirilmektedir.

Yani İslam’ı kabul veya ret, kişinin hür iradesi ile yapacağı bir iştir. Baskı olmaması gerekiyor.

İnsanların iman veya inkâr noktasında inançlarına baskı yapmak Müslümanlıkta yoktur. Efendimizin bir hadisini anlamından çıkartıp, savaş ilan etme anlamından çıkartıp, dinden dönmesinden dolayı öldürüldüğünü emrettiği ifade etmek ne Peygamberimizi ne de İslam’ı tanımamaktır.

Bunun yanı sıra, Peygamber Efendimiz, dinde sabit olmayı, sebat etmeyi bir hadisinde şöyle müjdelemiştir:

“Şu üç şey bir kişide bulunursa o kimse, imanın tadına varmıştır. 1. Allah ve Resûlü kişiye her şeyden daha çok sevimli olursa. 2. Kişi, sevdiğini sadece Allah için severse. 3. Kişi, imandan sonra inkâra düşmektense ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinirse o imanın tadına varmış olur.” (Neseî, İman, 2. H. No: 4987)

Cenâb-ı Hak hepimizi imanın tadına varan kullarına eden eylesin, rızasından ayırmasından.

Reklam (İç Sayfa)

en çok okunanlar

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş