Hayat

Doğumundan Ölümüne Yazmak ve Kitap Deliliği

Eski yazarlar, sizler bugün bir twit, bir instagram, bir facebook veya bir whatsapp mesajı yazıyorsunuz ya,, aynen onun gibi kısa kitap yazarmış. Yani öyle çok çok laf ederek, sayfaları doldurarak delicesine iş yapmazlarmış. Tıpkı şu anda bizim yaptığımız gibi. Ama bir farkı var: Sözün özünü, özlü bir sözle neredeyse kitapların sayfalarını dolduracak kadar mana yüklü bir kaç cümle yazarlarmış.
15 Eylül 2020
Kitap yazmanın serüveni böyle başladı.

Düşünün ki ben bir yazarım. Yani işim, mesleğim her hangi bir konuda bir şey yazmak ve bunu kitap hâline getirmek. İnsanlığın geçmişine doğru bir yolculuk yaptığımızda benim gibi işi yazar olan kimselerin işlerinin o ilk dönemlerde hiç de kolay olmadığını ve yazarlığın neredeyse bir delilik olduğunu anlarsınız.

Eğer siz şu Z kuşağı denilen yeni doğma nesildenseniz, kitabın ne olduğunu bilmiyor, ve şu son koronavirüs sebebiyle sadece okulda karşılaştığınız kitapları da unuttuysanız, yazarlığı elbette ki, delilik olarak nitelendirebilirsiniz.

Neden o ilk yazarlar deli olmasın ki? Belki de şöyle düşünebilirsiniz: İnsanların hepsi akıllı ama sadece yazarlar deli, gibi.

Ama işin aslı tam aksine: Yazarlar akıllı insan oldukları için, o topluma bir şeyler söylemek istiyorlar. Onun için de delice şeyler yapıyorlar!

Nasıl mı?

Şöyle anlatalım. Zamanın behrinde ki, işte o zamanın hangi zaman olduğunu ne ben biliyorum ne de başkası. İşte o zaman, bir yazar bir kitap yazmak ister. Öylesine uzun uzadıya bir sürü sayfası olan bir kitap da değil bu.

Nasıl desem??? Yani sizler bugün bir twit bir instagram, bir facebook veya bir whatsapp mesajı yazıyorsunuz ya aynen onun gibi kısa kitap yazarmış. Yani öyle çok çok laf ederek, sayfaları doldurarak delicesine iş yapmazlarmış. Tıpkı şu anda bizim yaptığımız gibi. Ama bir farkı var: Sözün özünü, özlü bir sözle neredeyse kitapların sayfalarını dolduracak kadar mana yüklü bir kaç cümle yazarlarmış.

İşte bu yazarımızın ilk uğrayacağı yer çömlekçidir. Çömlekçide iş bitince sırada fırıncı var.

Öyle ya siz çömlekçi ile fırıncının ne iş yaptığını belki bilmeyebilirsiniz. Çömlekçimiz, o zamanın kağıt ya da plastik tabak, çanak, tencere ve su sürahisi üreticisi sanayicimizdir. Fırıncımız da, tamam ekmeğimizi de pişiriyor da, ama, yazarımızın da kitabını pişiriyor.

Yazı hayatını yüzelli yıl boyunca kolaylaştıran ama unutulan daktilo..

Bu arada kilcimizi ve oduncumuzu unutmayalım. Odunu bilmeyen yoktur. Kilcimizi bilmemeniz ise normal. Kilcimiz, bir çeşit çamurcumuz demek. Çömlekçimiz için en iyi toprağı bulur su ile karıştırır.

Kil ayrıca kendine has özellikleri olan bir çeşit topraktır.

O ilk kitapların nasıl oluştuğunu anlatmak için garip ve saçma sapan bir masal anlattığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

Hani yazarımız bir kitap yazdı ya! Daha doğrusu daha yazmadı. Ama kafasına yazdı. O kitapların yazıya dökülmesi için…

Önce çömlekçiye gitti. Çömlekçi, kilciden en iyi çamuru ya da kili aldı. Sonra onları kendisinin bildiği özel bir şekilde yoğurdu, hazırladı ve düz bir karton yaptı. Yaaa, çamurdan da karton oluyormuş demek ki!

Çömlekçi yazarımızı çağırdı. “Al bakalım şu çivileri, yaz bakalım ne yazacaksan. Kurumadan yaz bakalım!” dedi.

Yazarımız çivileri aldı, yazdı yazısını. Ama kitabı daha oluşmadı. Çömlekçi hemen fırının yolunu tuttu. Eğer çömlekçi hakikaten yazmaya uygun bir çamur karton yaptıysa yazılar iyice okunabilir. Ama elden atma yaptıysa yazılar okunmaz. O dönemde bir yazara bunu yapabilecek bir çömlekçi daha doğmamıştır. Onun için kaliteli mi kaliteli çamurları kullandı.

Fırıncı: “Bu ne?” diye sorunca bizim çömlekçi: “Şu bizim yazar var ya onun kitabı” cevabını verdi. Bunun üzerine fırıncı: “Ooo?? Öyleyse oduncuya söyleyeyim en iyi odunlarını göndersin.” dedi.

Oduncu özenle ve heyecanla fırınını yaktı ve çivi ile yazılmış kartonun en iyi bir şekilde pişmesi için ne kadar süre fırında tutulacağını hesapladı ve ona göre bekledi.

Nihayet yazarımızın kitabı kıp kırmızı bir şekilde fırından çıktı. Fırıncı sevinerek ve gülerek yazılara baktı. Okumadı… Çünkü… Okuma yazma bilmiyordu.

Yazarımız da kitabı görünce heyecanlandı, yazılar da güzel okunuyordu. Çünkü, çamurcu, çömlekçi, oduncu ve fırıncı çok kaliteli malzeme kullanmıştı. Ama, kitabın soğumasını beklemek lazımdı. Kitap soğudukça rengi değişmeye başladı. Bu durumun bir önemi yoktu.

Siz şimdi bu yazarımızın aptalca işler yaptığını mı sanıyorsunuz?

Hayır. Eğer o gün o yazarımız, kilcimiz, çömlekçimiz, oduncumuz, fırıncımız o işleri öyle yapmasaydı, siz ne elinizdeki telefon, tabletle ne de bilgisayarla yaptığınız işleri yapamayacaktınız. Şimdi oturup düşünün bakalım: Kitap yazmak delilik midir?

Efeste bulunan eski Yunan taş yazıları

Reklam (İç Sayfa)

en çok okunanlar

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş