Hayat

 “Bizim Hayatımız da Ölümümüz de Allah İçindir.”

Ölümü ve hayatı farklı şekilde anlayan kültürlerde, ölümün ve hayatın anlamı da elbette ki, farklıdır. Bunun için pek çok “terör uzmanı”, “Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz” ve “Benim ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Allah içindir.” mealindeki ayetlerin, terörün İslam dinindeki dayanağı olduğunu iddia eder. Ama hakikat tam da aksinedir. Dolayısıyla “ölümün Allah için olması” Müslümanlara has bir ıstılahtır ve bunun tarifi sadece Müslümanlar tarafından yapılabilir. Bu yüzdendir ki, kendi ıstılahlarımızı başkası tanımlıyorsa kültürel esaretten kurtuluş yok demektir.
İlhan Bilgü
19 Şubat 2021

Uzun süreden beri İngiliz şair Thomas Gray’in “Cehaletin saadet olduğu yerde, bilgelik aptallıktır.” anlamına gelen şiirinden mülhem bir yazı yazmayı düşünürken, Müslümanlar olarak, kendimizi kendimizce tanımlayan ıstılahların artık giderek kaybolması tehlikesinden bahsetmek zorunda kaldım. Buna rağmen yine de doğrudan örneklemelere geçemedim.

Aslında kaybolan ıstılahlar değildi. Çünkü kaybolan, o ıstılahları anlamlandıran ve o ıstılahların anlamlarını dipdiri ayakta tutan tefekkür ve kültür dünyamızdı. Ama ıstılahlarımızı başkaları tanımlar hâle geldiği için, kültürümüz de algımız da değişti. Öyleyse, kendi ıstılahlarımızı başkası tanımlıyorsa kültürel esaretten kurtuluş yok demektir.

Mesela, eğer bu yazıda gündeme getirilecek olan “Benim ölümüm de hayatım da Allah içindir.” ifadesini İslam kültürü ile yoğuranlar başka anlamakta, herhangi bir yerde bunu okuyan İslam’a ön yargılı kültürlerde yetişenler başka anlamaktadır. İşte bunun gibi şu anda biz Müslümanlar, bazı ıstılahların esareti altında yaşamaktayız. Dolayısıyla bizzat esaret kelimesine bir anlam yüklemekten de uzaktayız.

Nasıl ki, Namık Kemâl “Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden”[1] demiş ya, neredeyse onun gibi. Ne alakası mı var?

Allahu Ekber!

Bir ara Allahu Ekber üzerine yazmıştım. Avrupa’da, Amerika’da ve diğer pek çok yerde “Allahu Ekber” sesinin dünyanın en büyük “terör” işareti olduğuna değinmiştim. Allahu Ekber’in yanlış anlaşılan ve bize giydirilmek istenen manasının tam aksine bir manası olduğuna vurgu yapmak için de şöyle demiştik:

“Tekbir aynı zamanda Allah’ı anmak, O’na saygı göstermek, O’nun vahyettiklerini kabul etmek, dolayısıyla her an Allah’ı hatırlamak manasında zikirlerin en büyüklerinden birisidir. Bunun içindir ki, bir Müslüman’ın hayatında karşılaştığı, zorluklar, sıkıntılar ve güç yetiremeyeceği şeyler karşısında yapacağı ilk şey Allahu Ekber diyerek, kendi acziyetini kabul etmesi, bu acziyet karşısında Allah’ı yüceltmesi gerekir. Sadece bu değil. Bir Müslüman, özellikle tabiatta olup bitenler karşısındaki hayret ve şaşkınlığını da Allahu Ekber diyerek sergiler.”

Allahu Ekber konusunu yeniden hatırlattıktan sonra, meali “Allah’tan geldik ve yine Allah’a döneceğiz.” şekline meşhur olan ayet ile “Hiç şüphesiz benim ibadetlerim, ölümüm ve hayatım Allah içindir.” mealindeki ayetlerin Müslümanlar ve “terör uzmanları”na göre ne anlama geldiğine bakmamız yerinde olacaktır.

BİZ ALLAH’A AİDİZ!

Şimdi kendisini dünyanın en iyi “terör uzmanı” olarak tanıtan o meşhur kimselerin kitaplarına ve araştırmalarına baktığınızda “Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Elbette ki biz, Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler.”[2] ayetini, ilim/bilim adına “terörizmin İslam’daki kaynağı” olarak gösterdiklerini okumanız hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir.

Çünkü bu yazarlar, İslam inancını öğrenmiş, İslam kültürünü tanımış değillerdir. İlmi namus adına, hakikati ortaya koymak yerine, kendi iddialarını hakikat gibi satmaya kalkmışlardır. Maalesef, ne yazık ki, alıcısı da çok olmuştur.

Hâlbuki, neredeyse 1450 yıldır hiçbir Müslüman’ın aklına gelmeyen bu yorum, çok ilginçtir, aynı zamanda, İslam ve Müslümanlar adına cinayet ve terör şebekeleri işleten “Müslüman” sıfatlı kişi ya da örgütlerin de şiarı olmuştur.

Yani, Müslümanlara giydirilmek istenen “terörist elbise”si, artık o cinayet ve terör şebekelerinin özelliği hâline gelmiştir. Ve Müslümanlar, böylece, bir türlü kurtulamayacakları bir ıstılah esareti altına girmişler, kendilerini, kendilerinin öz ıstılahlarını dahi başkaları anlamlandırır olmuştur.

Müslüman Zorluk Ve Sıkıntılar Karşısında Allah’tan Yardım Diler

Eğer, elleri öpülesi tefsir âlimlerimizin yorumlarına bakarsanız, bu ayet aslında, Allah’a son derece samimi bir teslimiyete, Allah’ın her şeye gücünün yeteceğine, eğer ölüm, hastalık, kıtlık, yoksulluk ya da başka bir sıkıntılı durum var ise, bunların hepsinin Allah’tan olduğuna dikkat çeker. Müslüman da bu anlayışta bir hayat kurar.

Yani, bütün bu sayılan sıkıntı, dert ve problemler, hayatın gerçekleridir. Önemli olan, hayatı, Allah’a samimi bir teslimiyet ile yaşamaktır. Zorluklar karşısında Allah’tan imdat dilemek, Allah’tan hiçbir zaman ümit kesmemektir.

Tam da şu koronavirüs afeti esnasında Müslümanların göstermesi gereken sabır ve tevekkül budur. Sabır ve tevekkül aynı zamanda tedbiri de gündeme getirir. Tedbir, sanıldığı gibi sadece “önlem” anlamına gelmez. Bu mana da dahil olmak üzere, şatları, gereği ve layık olduğu vechile yönetmek, planlamak ve ona göre davranmaktır. Eskiden tedbiru’l menzil diye bir tabir vardı ki, bunun manası kısaca ev idaresi olsa da, o evde yaşayan tüm insanların, yani ev ahalisinin tüm ihtiyaçlarının planlanması ve en uygununun yapılması demekti.

İşte bunun içindir ki, İnna li’llahi ve inna ileyhi râciûn demek, hakikaten bize giydirilen, tefekkür, idrak ve anlama esaretinden kurtulmak demektir.  İnnâ li’llahi ve innâ ileyhi râciûn!

Benim Hayatım Da, Ölümüm De Allah İçindir

Saplantılı, iftira nitelikli bir başka önemli yorum da En’âm suresinin 162. âyet-i kerîmesinde ifade edilen sistemdir. Bu sistemin ayette ifade edilişi şöyledir:

“De ki: Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”[3]

O meşhur terör uzmanları size der ki: “Bu ayet Müslümanları, Allah’ın fedaileri yapar. İstedikleri zaman, istedikleri şekilde Müslüman olmayanları öldürme izni ve yükümlülüğü verir.”

Hâsâ, sümme hâşâ! Bu ne cehalettir! Ama inkâr edilemez bir hakikattir. Zira itibar sahibi müfessirlerin hepsi bu ayete hiçbir zaman, böyle bir mana vermemiştir. Çünkü İslam kültüründe Allah “için” yaşamanın veya ölümün Allah “için” olmasının manası çok değişiktir.

Bu ayetin Müslümanların tefekkür ve idrakindeki manası, ibadetin yalnızca Allah’a yapılacağı, hayatı da ölümü de takdir edenin sadece Allah olduğu, dolayısıyla, sâf bir tevhid anlayışının yerleşmesi gerektiği şeklindedir.

“Benim ölümüm Allah içindir” ifadesini, “Allah için öldürmek mecburiyetindeyim”, “Benim hayatım Allah içindir” ifadesini de “Öldürmek için yaşarım” şeklinde yorumlamak, Müslümanlara karşı ne büyük bir iftiradır.

Evet biz Müslümanlar Allah için yaşarız. Ve bizim hayatımız, Allah rızasına uygun bir hayat olmak durumundadır. Evet bizim ölümümüz Allah içindir; zira, nerede, nasıl öleceğimizin takdiri ve bilgisi ancak Allah tarafından bilinir. Ve biz bu şekliyle Allah’a güvenir, Allah’a sığınır ve onun korumasını isteriz. O bize ölüm veya hayat takdir etmiş ise, bu takdir onun bileceği bir iştir.

Ne hoş, ne güzel, ne kadar da büyüleyici bir hayat anlayışıdır bu: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”

Ama bu ayetin manası, Müslümanca anlayınca güzeldir. Yoksa, ıstılahlarımızı gasbedenlere göre bu ayet, bizleri, hâşâ, Allah’ın fedaisi yapar, Allah adına insan öldürmeyi normalleştiren dinin bir normu hâline dönüşür.

Şükrolsun ki, bu zamana kadar bu ayet böyle anlaşılmadı; terör uzmanlarına inat, böyle de anlaşılmayacak.

 

[1] Ne kadar büyüleyiciymişsin ah ey özgürlüğün yüzü / Esaretten kurtulduk da, şimdi senin aşkının esiri olduk

[2]    Bakara suresi, 2:156

[3]    En’âm suresi, 6:162

Reklam (İç Sayfa)

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş