Çok Dillilik Bir Zenginliktir
Batı Avrupa Müslüman Türkleri olarak yaşadığımız ülkede dört nesildir kimliğimizi kaybetmeden yaşam sürebilmenin mücadelesini vermekteyiz. Bu mücadelenin en can alıcı noktası ise çocuklarımızın dil konusudur.
- AİLEGündem
- 16 Kasım 2021
Hülya Akbul-Çakır
İnsani bir vasıf olan dil ile duygu ve düşüncelerimizi ortaya koyabilir ve birbirimiz ile iletişim kurabiliriz. Dil, düşünceyi dışa vuran önemli bir araçtır ki bu biz insanları diğer canlılardan ayrıcalıklı kılar. Dil sadece bir ifade aracı değil, aynı zamanda da bir bireyin kimlik ve şahsiyet oluşumundaki en önemli unsurudur. Zira dil millet olmanın, dinî ve millî kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarımının temelidir.
Yaşadığı iklim coğrafyasını vatan bilen çocuklarımız köklerinden de kopmadan değerleri birleştirip/sentezleyip canlı tutabilmeleri ve gelecek kuşaklara aktarabilmeleri ile ancak gelecekte millet olarak bu coğrafyada varlığımızdan söz edilebilecektir. Aksi takdirde uyumdan asimilasyona geçiş süresini tamamlayarak tarihin sayfalarından silinmiş olacağız.
Hangisi Çocuklarımızın Anadili?
İçinde bulunduğumuz en çetrefilli konu ise çocuklarımızın anadilinin hangi dil olduğu ile ilgilidir. Çocuğun kendisinin ve hatta anne-babasının doğup büyüdüğü toprakların dili anadil olarak temel alınırsa, kültürel kimliğin dili yok sayılacaktır. Şayet sadece kültürel kimliğin dili temel alınırsa bu sefer de doğup-büyüdüğü ve sosyalleştiği toprakları vatan olarak da benimsemesinin önüne geçilmiş olacaktır.
Batı Avrupa Türkleri olan birçok ebeveyn bu konuda kararsız kalmakta ve ne yaparsa yapsın ve hangi dile öncelik tanırsa tanısın, hep bir tarafı yarım kalmaktadır. Önceliği Türkçeye veren ebeveynler çocukları ile Türkçe konuşurken maalesef kendileri de yarım yamalak bir dil bilgisine sahip olduklarından dolayı çoğu kez Türkçe başladıkları cümleleri yaşadıkları ülkenin dili ile tamamlayarak konuşmaktadırlar. Zira bu ebeveynlerin konuştukları anadil Türkçe değil daha ziyade kendi annelerinin konuştukları kısıtlı kelime hazinesine dayalı bir dildir. Bir Alman düşünür olan Wolfgang Maier diyor ki “Bilmediğim her kelime tasavvur edemediğim bir fikirdir.” Bu da bizlere dilde geniş bir kelime hazinesine sahip olmanın bir konuyu izahta ne kadar ayrıntılı tasavvur edebileceğimizi göstermektedir.
Kelime Hazinesi Kısıtlı Olanın Dünyası da Sınırlıdır
Kelime hazinesi kısıtlı olan insanların düşünce ve tasavvur edebilmede dünyaları sınırlı olmaktadır. Ancak bu durum diğer şekilde yani ikinci vatan olarak benimsenen ülkenin yerel dil seçimini yapan ebeveynler için de geçerlidir. Bu ebeveynler de çocuk eğitiminde çocuğun yaşadığı ülkenin dilini, özellikle de akademik kariyerinde ilerleyebilmesi adına, kendi mensup oldukları kültürü temsil eden dilden önde tutmaktadırlar ve küçük yaştan itibaren çocuklarına yaşadıkları ülkenin dilini öğretmektedirler.
Kökleriyle İletişim Kuramayan Bir Nesil
Bu şekilde büyüyen çocukların ise geçmişiyle/kökleriyle ve hatta ebesi-dedesiyle dahi iletişimi sınırlı olmaktadır. Kökleriyle iletişim kuramayan bir nesil ise kültürel değerleri anlamakta zorlanacaktır. Hayatına yön vermekte çok önemli bir kavramı dahi kendi kültür değerleriyle dolduramadığı ve tercüme edilmiş şekliyle benimsediğinde ve sadece o dilde tasavvur edebildiğinde içi boşaltılmış, kültürel mirasından uzaklaşmış ve maalesef yozlaşmış bir kültür geliştirecektir. Bu konu bizleri uzun yıllar daha azınlık statüsünü elde edemediğimiz sürece yoğun bir şekilde çocuklarımızın kimlik gelişimi adına meşgul edeceğe benziyor.
İtiraf etmeliyiz ki, geneli ekseriyette dördüncü nesil dahi Almancada yeterli beceri gösterememektedir. Hâlbuki iki dili de çok iyi olması gereken bir nesil büyük çoğunluğu ile her iki dilde de yarım kalmaktadır. Dili doğru kullanamayan bu nesil aileleriyle olan iletişimlerinde, aidiyet duygularında, sosyalleşmelerinde, okul ve meslek eğitimlerinde ve hatta tüm yaşam alanlarında yetersiz kalacaklardır. Bu da hayata hazırlanan bir bireyin kimlik gelişiminde olumsuz yönde etki gösterecektir.
Dil Eğitimi Ciddiye Alınmalı
Tavsiyemiz odur ki; aileler dil eğitimi konusunu çok ciddiye almalılardır. Çocuğun bedensel gelişiminde nasıl ki mineral ve vitaminler çok önemsenmesi gerekiyorsa, bireysel kimlik gelişimi ve şahsiyet oluşumu için de dil aynı şekilde önemsenmelidir. Her ebeveyn kendi gönül dilinin hangi dil olduğunun kararını vermelidir. Sevgisini, kızgınlıklarını, dertlerini ve öfkesini hangi dil ile dışa sözel olarak yansıtıyor ve duygularını gerçekten ifade edebildiğini düşünüyor ise, o dil onun gönül dilidir. Ancak bunun karma bir dil yapısı olmamasına dikkat edilmelidir. Zira duygularımızı ifade ettiğimiz dil bizim kültürel kimliğimizi belirlemiş olacaktır ki bu da kelime hazinemize yansıyacaktır ve günlük hayatta olayları düşünme ve tasavvur edebilmemizde etken olacaktır.
Avrupa Türkleri olan bizler ve özellikle de bizden sonraki neslin hem kültürel kimlik olarak Türkçe, hem de ikinci vatanımız olarak yaşadığımız yerel ülkenin dili vazgeçilmez olmalıdır ve her ikisi de çok iyi bilinmelidir. Birini diğerine tercih etme gibi bir duruma girilmemelidir. Her iki dilde de zengin dil yapısı oluşturmalı, düşünce ve duygular en iyi şekilde ifade edilebilmelidir. Çocuğun ilk üç yılında ebeveynin gönül dili temel alınarak akabinde ikinci anadil bina edilebilir. İlkokul seviyesine kadar kültürel kimlik dili ve yaşanan ülkenin dili iyi derecede desteklenerek öğretilmiş olmalıdır ki onun üzerine başka diller bina edilebilsin. Unutmayalım ki bir lisan bir insan, iki lisan iki insan yani çok dillilik zenginliktir.
*Hülya Akbul-Çakır, uzman sosyolog ve sistemik bireysel-çift-aile terapistidir.