Hayattaki Önceliğim Çocuklarım

Hayattaki Önceliğim Çocuklarım

“Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?” diyor şair, ressam arkadaşı Abidin Dino’ya. Sahi nedir mutluluk dostlar? Kendimiz için, ailemiz, çocuklarımız ve arkadaşlarımız için ısrarla mutluluk dileklerimiz var ya. İşte o mutluluk nasıl bir şey?

Yusuf Yeşilkaya

Soruyu daha netleştirip “Mutluluğun bileşenleri nelerdir?” diye sorsam ne dersiniz? Ama canım şimdi mutluluk soyut bir kavram. Bileşen falan sanki matematik problemi çözüyormuşuz gibi, olmaz ki ama… Tamam o zaman, mutluluk soyut kavram ise biz de soyut bileşenler buluruz.

İNSANIN MUTLU OLMASI İÇİN NE GEREKİR?

Bir insanın mutlu olması için ne gerekir? Gelin birlikte düşünelim. Zengin olursa mutlu olur. Olur mu acaba? Evi, arabası, işi güzel olursa kesin mutlu olur. Siz boş verin parayı pulu, iki gönül bir araya gelirse samanlık seyran olur. Evlendiğinde mutlu olur insan. Mutlu olur elbette ama doğru kişiyi bulmuşsa değil mi? Hele bir de anne baba olduysa o zaman kanat takıp mutluluktan uçar sanırım. Tabi bunların hepsi bir varsayım.

Aile kurumunu oluştururken mutluluğa ulaşma düşüncesi, insanın evlilik düşüncesiyle örtüşmesi gerekiyor. Yani sevdiği kişiyle hayatını birleştirince insan mutlu olacağını düşünüyor. Ancak evlenmeyi istediği kişi, sevdiği kişi olursa bu varsayım hedefine ulaşıyor. Ne yani insan sevmediği kişi ile evlenmek isteyebilir mi? Elbette isteyebilir. Çünkü evliliğin de gerekçeleri farklı olabiliyor. Âşık olmak evet. Kızın ya da erkeğin zengin olması, neden olmasın! Zengin ve yakışıklı olmak, ihtimal dâhilinde. Evlendiğinde yurt dışı oturum iznine sahip olmak, uzak ihtimal değil.

‘BEN’ YERİNE ‘BİZ’ OLMAK

Sözü çok uzatmadan konuya dâhil olursak; evlilik, bir kadın ve bir erkek olmak üzere iki reşit insanın gönül rızası hayatlarını birleştirmesi, birlikte yaşlanmaya karar vermeleridir. Hayatlarını birleştirmek, birlikte yaşlanmaya karar vermek iddialı sözlerdir. Çünkü evleninceye kadar kadın ve erkeğin kendine özgü bir benlik anlayışı vardır. Önce ben var yani. Ama evlendikten sonra ben yerine biz olması gerekiyor. Çünkü ne kadar benlikten sıyrılıp biz olabilirsek; o kadar çok aile oluyoruz.

“HER ÇOCUK ANNE BABASI İÇİN KIYMETLİDİR”

Kadın ya da erkek için istediğimiz sıfatları bulalım, istediğimiz yakıştırmaları yapalım… Güzel, çirkin, yakışıklı, paspal, hımbıl, kız kurusu, çekici, miskin… Ne olursa olsun, her evlat ailesi için kıymetli ve özeldir. “Benim biricik oğlum”un karşılığı, “Benim biricik kızım” olacaktır. Her çocuk anne ve babası için kıymetlidir ve öyle olması çok doğaldır. Yani “Buldular aslan gibi oğlanı” derken “Gözbebeğimiz, prensesimizi nasıl verdik elin oğluna?” diye bir karşılık geleceğini hesaba katmak lazım. Sözün özü, evlilikte kadın ve erkek, her ikisi de kıymetlidir.

BÜYÜK YANILGI

İki insan evlenirken sadece birbirleri ile evlendiklerini zannediyorlarsa büyük yanılgı içindedirler. Kendi anne babamız, amca dayı, teyze hala, kuzenlerimiz, akrabalarımız olduğu gibi eşimizde de aynılarından mevcut. Sadece eşimizle hayatımızı birleştirmiyoruz. Yakınları ile de akraba oluyoruz. Karşılıklı olarak bu akrabalıklara doğru sınırlar koyabildiğimizde, çekirdek ailemizin huzurunu sağlamış oluruz. Bu konuyu biraz açacak olursak; eşimizin anne ve babasına kendi anne ve babamız gibi saygı gösterip, hürmet edeceğiz. Yakınlarını kendi yakınlarımız gibi görmek gerekir ki, eşimiz de bizim anne babamıza ve yakınlarımıza aynı şekilde davransın. Buraya kadar normal. Anormal olan kısım buradan sonra başlıyor.

“BENİM ANNEM, BENİM KARDEŞLERİM”

Evlenip yuva kurmuşuz, çekirdek ailemizi koruyup kollamak için söz vermişiz. Ama eşimizle her konuşmamızda “benim annem”, “benim babam”, “benim kardeşlerim” diye söze başlayıp, çekirdek ailemizi ihmal etmek, kendi anne ve babamızdan bahsederken gözlerimizin içi gülerek, tüm benliğimizle sevgimizi gösterirken; eşimizden “el oğlu” ya da “el kızı” diye bahsetmek yakışık alır mı? Hayatımızda herkesi olması gerektiği yere konumlandırmak, abartılardan ve eksikliklerden uzak durmak. Çok mu zor? Maalesef biraz zor dostlar.

“HER ŞEY SIRADANLAŞIR…”

Evlilik bir süre sonra, mutluluk, geçim, çalışma hayatı, para kazanma derdi, çocukların büyümesi, eğitimleri derken rutine biner. Başlangıçta çok özel olan aile bağları sıradanlaşır. İşe gittim, çalıştım, yoruldum, eve geldim, yemek yedik, televizyon izledik, çocuklar uyudular, biz de yattık. Yattık. Uyuduk. Her şey o kadar sıradanlaşır ki, evlilik içinde özel bir yere sahip olması gereken cinsel hayat bile bir görevin ifa edilmesi şekliyle algılanmaya başlar.

ÇOCUKLAR BÜYÜRKEN BİZ NE YAPIYORUZ?

Evlendik, borçlandık, borç ödedik, ev aldık, araba aldık, çocuklarımız oldu, çocuklarımız büyüdü. Sahi çocuklarımız ne ara büyüdü? Çocuklar büyürken biz neredeydik? Eve, arabaya, borca, krediye, eşyaya, takıya, akrabaya yakına gösterdiğimiz özeni çocuklara gösterebildik mi?

Neden ısrarla çocuklar diyoruz? Çünkü bu çocuklar bizim vesilemiz ile dünyaya geldiler. Rabbimizden birer mektup olarak bize emanet edildiler. Mesele, sadece onların rızkı değil. Rabbimiz dünyaya gelen her canlıya rızkını vereceğini garanti ediyor zaten. Mesele bizim vesilemiz ile dünyaya gelen çocuklarımızın iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olarak yetişmeleri için bizim ne yaptığımızdır. Dünyaya gelen çocuklar, Rabbim ömür verdiyse zaten büyüyecekler. Onlar büyürken bizim ne yaptığımız asıl mesele.

Çocuklarımızın midesini doyurduğumuz kadar, zihinlerini de doyurabiliyor muyuz? Zihinlerini ve kalplerini imar mı ediyoruz yoksa ihmal mi ediyoruz? İhmal önemli sorumluluktur. İhmalin bir adım ötesi istismardır. Bizim ihmal ettiğimiz göz bebeklerimizi, sokakta nelerin beklediğini hiç bilmiyoruz. Ama tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Sokakta yavrularımızı nelerin beklediği bizi ürkütüyor. Ürkütmesi de lazım. Çünkü hayat boşluk kabul etmiyor. Bizim bıraktığımız boşluğu sokağın aktörleri dolduruyor.

YAMAN ÇELİŞKİ!

Gelin önceliklerimizi belirleyelim dostlar. Bir bakışına dünyaları değişmem dediğimiz kızımız, oğlumuz için ne yapıyoruz? Onlar için dünyalık biriktirirken, onları dünyada yapayalnız bırakmak ne yaman çelişki! Değerlerimiz yaşasın diye mücadele verirken, çocuklarımıza değer adına bir katkı sunamamak ne kadar acı! Anne ve babamızın bizim için yaptıklarını saymakla bitiremezken, çocuklarımız adına yaptıklarımızı sayacak bir şey bulamamak ne hazin! Dış kapının mandalı olmayacak insanlara olağanüstü ilgi ve hürmet gösterirken, bu ilginin yarısını bile kendi ailemizden esirgemek ne kadar etik?

Çok önemli bir detay. Ailemiz, çocuklarımız tek başına yetişmez. Sosyal bir ortam içinde olur ya da ölür. Çocuklarımızın, ailemizin olmasını sağlayacak bir ortam oluşmasına katkı sağlamalıyız. Cemiyet, vakıf, teşkilat… Adına ne diyorsak, bu kurumların yaşaması demek, ailemizin içinde gelişeceği iklime katkı sunmak demektir.

yusufyesilkaya@gmail.com