Eski İnsanlar Ne Yerdi?

Eski İnsanlar Ne Yerdi?

Eski insanlar domatesi, patatesi, mısırı bilmezlerdi ki, goji berryi, kiviyi, avokadoyu nereden bilsinler. Umami diye bir tad tatmadıkları için de garip kalmışlardır herhâlde.

İlhan Bilgü

Ankara’yı bilir misiniz bilmiyorum. Ama benim için Ankara Hacı Bayram Camii’nden ibarettir. Yani o kadar biliyorum. Bu da bana yetip artıyor bile. İşte bu camiye adını veren “saklantuluk” üzere yaşayan, “toprak sürüp, tahul ve burçak eküp, ahaliyi imece usulü çalışmaya sevk edüp irşad eden” kişinin adı da Bayram değüldür.

İçinde tahul (buğday) ve burçak kelimesi geçtiği için “Eski insanlar ne yerdi?” sorusunun cevabı nasıl böyle olabilir diye siz de bir karşı soru sorabilirsiniz tabiî ki. Haklısınız da. İşte burada bir da vurgusu var; yani, haklısınız.

Şimdi, 600’den fazla yıl önce yaşamış bizim Hacı Bayram-ı Veli diye bildiğimiz ve asıl adı Ahmedoğlu Numan olan bu gönül insanının zamanını bırakıp kendi zamanımıza dönelim. Her gün bir yenisinin ismini duyduğumuz, tadını tatmaya koyulduğumuz düzinelerce sebze ve meyve arasından sadece birkaç tanesine bakalım. Kivi, mango, avokado neredeyse hayatımızın günlük meyveleri arasında yer aldı.

DEDELERİMİZ, DOMATES, HIYAR, PATATES BİLMEZDİ

Az daha ileriye gidelim. Yaz-kış, ilkbahar-sonbahar hiçbir zaman sofralarımızdan eksik etmediğimiz şu domatesi, patatesi, mısırı, ayçiçeğini, yer fıstığını dedelerimizin dedeleri bilmezmiş bile. Hatta bırakın, bunları hemen her dilde hakaret manasına alınan “hıyar” denilen salatalığın ve patlıcanın bile yiyecek dünyalarında yeri yoktu. Bütün bu gelişmeler insanoğlunun yiyecek macerasının geldiği yeri bize daha iyi gösteriyor. Eehh, bu durumda goji berryi, avokadoyu nerden bilsinler ki?

Bizim için bugün herhangi bir meyve veya sebzeye dünyanın neresinde yetişirse yetişsin o meyveye, o sebzeye erişememe gibi bir mesele yok. Zaten onlar kendileri kapımıza kadar geliyorlar. İstesek de istemesek de kapımızın önünde bulabiliyoruz.

Dönelim Hacı Bayram-ı Veli zamanına. Dönelim ki, şehirden şehre süren yolculukların günler hatta haftalar, hele hele Çin’e, Hindistan’a, Türkistan’a yapılan yolculukların aylar aldığı o zamanlarda, Çin’de yetişen “Goji Berry”nin bozulmadan sofranıza gelebileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da Yeni Zelanda’dan gelecek olan o kiwilerin aylaaar sonra elimize ulaşabileceğini.

HACI BAYRAM VELİ OLMAK KOLAY DEĞİL

İşte öylesi bir ortamda insanların yiyecekleri belirli şeylerle sınırlıydı. Sadece bazılarının eskiden tahul (tahıl) bazılarının da buğday dediği o efsane otun tohumları iyice kurutulabildiği için uzun süreli yolculuklara dayanabilirdi. Hatırlar mısınız, Yusuf (a.s.) Mısır’a vezir olduğunda bölgedeki açlığı ve kıtlığı işte bu buğday ile bertaraf edebilmişti.

Hacı Bayram-ı Veli niye veli oldu ise buğday ve burçak yetiştiriciliği ve dahi “saklantuluk” üzre yaşayıp “imeceliği” yaygınlaştırarak ahalinin yiyecek işlerini tanzim ettiği için veli oldu. Nasıl ki hocası, Somuncu Koca, Somuncu Baba diye bilinen ama asıl adı Hâmid Hâmid’ûd-Dîn olan Ekmekçi Koca ekmek yapıp ahaliye dağıtarak “saklantuluk” ettiyse, Hacı Bayram da ziraatle uğraştı ve saklantuluk etti.

Saklantuluk etmek, adı üzerinde… Sıkıntısını, derdini, varlığını, varsızlığını diğer insanlardan saklamak ve bulunulan hâle şükrederek Allah’ın yarattıklarına hürmet göstermektir. Somuncu Baba, Ahmedoğlu Numan’a: “Hadi Ankara’ya dön, toprak sürüp, tahul ve burçak eküp, ahaliyi imece usulü çalışmaya sevk edüp irşad ett!” tavsiyesinde bulunduğunda, anlaşılıyor ki, o zaman insanlar buğday ve burçak yerlerdi. Her ne kadar şimdiki nesil burçağı bilmese, bilenler de hayvanlara yem olarak verse de, işte o zamanlar burçak da, insanların en önde gelen yiyeceklerindendi.

ZİRAAT MÜHENDİSİ, HALK HİZMETÇİSİ

Hacı Bayram-ı Veli, sürdüğü toprakta yetiştirdiği, yetiştirttirdiği buğdayın ve burçağın yiyeceklerini hep kendisi yiyecek hâle getirdikten sonra yine insanlara kendisi dağıtırmış. Öyle ki, köpekler dahi onun elinden yemek yemek için sıraya girerler, nasiplenirlermiş. O yüzden kendisini kınayanlar çok olmuş. Ama o, insanlar kınadıkça, daha çok toprak sürer, daha çok insanlara yemek dağıtırmış. Üstelik bu işin üstadı imiş. Hani, tam bir uzman ziraat mühendisi denilse yeridir. Ayrıca, o zamanlarda geçerli olan sanatların icra edilmesi için canla başla çalışır, müridleri ya ziraatçıdır ya da sanatçı. Ama o zamanın sanatçıları, günümüzün sanatçısı gibi değildir. Olsa olsa, günümüzün sanayicileridir.

O yüzen bugün Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. O dönem insanları, aslında bir böğürtlen olan domates ile birlikte patates, mısır, yer fıstığı, ayçiçeği, anas, hıyar ve patlıcan bilmezdi. Çünkü, o dönemlerde hıyar ve patlıcan Hindistan’daydı, diğerleri de Latin Amerika’da. Eğer olsaydı, Hacı Bayram hazretleri onları da eker, onları da ektirirdi.

Hepsi için, her birinde birbirinden güzel tadlar hatta, umami gibi, tadının ne olduğunu bilemediğimiz ama, tadından tad alıp hoşlandığımız tadları bize sunan Rabbimize ne kadar şükretsek az değil mi? O eski insanlar umami diye bir tad tatmadıkları için de garip kalmışlardır herhâlde.

Bu arada, şu “imece” işine de bir başka yazımızda dokunalım inşallah!