Bir Medresede Ne Öğrenilir ki? Ya da Suhte’den Softa’ya

Bir Medresede Ne Öğrenilir ki? Ya da Suhte’den Softa’ya

“Dinî okullar” olarak bilinen medreselerin bu şekilde tanımlanması doğru değildir. Zira, “dinî olmayan” alanlar denilen alanlar dahî dinî bilimlerin içerisinde yer almaktadır. Onun içindir ki, medreselerde okutulan müfredatlarda yer alan dinî olmayan bilimlerin fazlalığı bizi şaşırtmamalıdır.

Geçenlerdeki bir yazımızda Osmanlı medreselerinde okuyan öğrencilerin cerre çıkmalarından bahisle, medrese konusunu gündeme getirmiş olduk. Bazı okuyucularım, “O medreselerde ne okuyorlardı ki, millete ne öğretiyorlardı?” diye bir soru sordu. Okuyucumun bu şekilde bir soru sormasındaki ciddiyeti daha doğrusu manasını anlamış değilim. Öyle bir ses tonuyla konuştu ki, sanki küçümser ve alay eder bir edası vardı.

Sakın yanlış anlamayın. Bu yazımda anlatacağım mesele, o okuyucumuzun olayı küçümsemesine bir cevap olarak yazılmadı. Sadece kısa bir tespit yapmak istedik. Olay zaten tarih olmuş bitmiş, biz küçümsesek ne olacak, yüceltsek ne olacak? Lakin, yine de bazı izahatları yapmak faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Önce softa meselesinden başlayalım. Softa da ne ki- diyenlerimiz çoğunluktadır. Buna da şaşmamak gerekir. Zira eskiden dindarlar ile din karşıtlarının mücadelesinin merkezinde olan softa tanımlamasını giderek unutur olduk. O yüzdendir ki, bu kelimeyi hatırlayanlarımızın sayısının az olmasına da şaşırmamamız gerekiyor.

SOFTA MEDRESEDE OKUYAN KİŞİDİR AMMA KÖRÜ KÖRÜNE İNANMAZ

Sözlüğü açıp baktığınızda “Bir inanışa körü körüne bağlanan kimse” şeklinde açıklanan softa, aslında Osmanlı döneminde medrese öğrencisidir. İtibarlıdır da. Amma, zaman olmuş, Osmanlının son dönemleriyle hassaten cumhuriyetin ilk yıllarında din ile iştigal eden hoca sınıfından olanları aşağılamak amacıyla kullanılmıştır.

Softa kelimesinin aslına bakarsak, Farsça, yanık, susamış demekmiş. Buradan hareketle softa demek, ilim aşkı ile yanmış talebe demektir. Gerçi kelimenin Farsça orijinali sohte/suhte şeklindedir. Amma, bir kelime bazen bir başka dilde kullanılırken böyle farklı seslerle değişik kullanılabilmektedir. Böylece Farsîlerin sohtesi bizim softamız olmuş.

Gel zaman git zaman, bu kelime, önce medrese öğrencilerini sonra da tüm imam ve din ile meşgul olan hocaları aşağılamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Hani geçen yazımızda Abdullah Cevdet’ten bahsetmiştik ya, işte o Abdullah Cevdet misali, nice din karşıtı şahsiyet bu kelimeyi dindarları aşağılamak için kullanmıştır. Nitekim önce medrese öğrencilerini sonra medrese hocalarını daha sonra da imamlar başta olmak üzere tüm din görevlilerini aşağılama amaçlı kullanılan softa kelimesi nihayetinde dindar olan herkesi aşağılamak için kullanılmıştır.

MEDRESELERDE NE DERSLERİ OKUTULURDU?

Şimdi bakalım bu softaların medreselerde okudukları konulara.

Malumdur ki, medreseler “dinî” okullar olarak tanınmaktadır. Fakat bu tanımlama gerçeği yansıtmamaktadır. Zira, “dinî olmayan” alanlar dahi dinî bilimlerin içerisinde yer almaktadır. Onun içindir ki, medreselerde okutulan müfredatlarda yer alan dinî olmayan bilimlerin fazlalığı bizi şaşırtmamalıdır. Az önce dedik ya, “din karşıtları” kendi cehaletlerini gizlemek için dindarları “softa” gibi kelimelerle aşağılamak istemişler, kendilerinin bilimdeki geriliğini, dindarlara saldırarak örtmeye çabalamışlardır.

Kur’ân-ı Kerîm ve Kur’an ile ilgili tüm ilimler başta olmak üzere tefsir, kelam ve ferâiz gibi ilimler medreselerde öğretilen ana bilimlerdir. Ferâiz de ne ola ki diye sormakta haklı görünsek bile, bu bizim cehaletimizi ortaya döker. Zira ferâiz, miras mallarının kimlere ve ne oranda verileceğini, yani mirasçılar arasında mal taksiminin nasıl yapılacağını öğreten miras hukukudur ki, neredeyse tamamen matematik ve aritmetikten ibarettir.

Sonra dil bilgisi medresenin en önemli ilimlerinden birisidir. Sanmayın ki medreselerde okutulan dil bilgisi bizim bugün okullarda okuduğumuz veya gittiğimiz bir yabancı dil kursunda öğrendiğimiz bir gramer bilgisi gibidir. Özde öyledir de muhteva bakımından, ayrıca hangi kelimenin nerede, hangi manada nasıl kullanılacağı, en güzel ifadenin nasıl gerçekleştirilebileceği gibi özel alanları da içerir. Buna maânî, bediî ve beyan ile adâb da derler.

Hesap, Hendese, Hikmet ve Felsefe Dersleri Vardı

Medreselerde sonra hesap, hendese, mantık, hikmet, tıp, heyet, felsefe gibi ilim dersleri de vardır. Hendese bugün bizim bildiğimiz mühendislik ve haritacılık da dahil olmak üzere çeşitli ilimleri de kapsar. Hikmet, felsefe, sosyoloji ve psikoloji karışımı bir ilimdir. Heyet, astronomi ilmidir. Mantık, hem dinî ilimlerde bir konuda hüküm çıkarmak için kullanılan usul hem de felsefe ve hikmet ilmini anlamak için kullanılan usulleri izah eder. Bugün bizim anladığımız şekilde de mantık diyebiliriz. Yani aklı çalıştırmanın yolu.

Burada ihtisas medreselerinden bahsetmiyoruz. Zira ihtisas medreseleri, belirli alanlarda ihtisaslaşmak için önce yukarıda bahisleri geçen ilimleri okumuş öğrencileri alırlardı. Diyelim ki, bu ilimleri bilmeyen bir kişi bir ihtisas medresesine kayıt yaptırsa bile, yine de o yukarıdaki ilimleri öncelikle temel dinî ilimleri bilmekle yükümlüydü. Ki zaten, ilim daha çocuk yaşlarda yani 4-6 yaşlarında Kur’ân-ı Kerim okumayı öğrenmekle başlardı.

Son dönemlerde Medreseler Tâli ve Âli diye iki kısma ayrılmış. Tâli bölümü de iki kısma ayrılmış durumdadır. Tâli Kısm-ı Evvel, yani Tâli’nin birinci kısmını ilkokul, Tâli Kısm-ı Sâni yani ikinci kısmını da ortaokul ve lise olarak kabul etmek mümkündür. İlkokul, 1.sınıftan 4. sınıfa kadar, ortaokul-lise ise 5. sınıftan 8. sınıfa kadar olan dönemi kapsamaktadır. Âli kısmı ise üniversite seviyesi kabul edilebilir. Bu bölüm de 4 sınıftan oluşmaktaydı.

Yazımıza burada son verirken Osmanlı medreselerinde tam olarak ne okutulduğunu öğrenmek için en azından Prof. Dr. Mustafa Şanal hocanın ilgili makalesini okumayı öneriyorum. (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 14 Yıl : 2003/1, s.149-168 s.)