Öldürme, Zulmetme, Fitne Çıkarma!

Öldürme, Zulmetme, Fitne Çıkarma!

@Shutterstock

İnsanlık tarihi boyunca, Hak ve Batıl arasındaki mücadele, insanın en büyük sınavlarından biri olmuştur. Adem Peygamberin oğulları Habil ve Kabil arasındaki olay, bu mücadelenin en eski örneklerinden biri olarak anlatılır.

Dr. Hakan Aydın

Habil’in samimiyetle sunduğu kurban Allah tarafından kabul edilirken, Kabil’in samimiyetten uzak olan kurbanı reddedilmiştir. Ancak bu reddediliş Kabil’i kendisini sorgulamaya ve hatasını düzeltmeye yönlendirmek yerine, öfkeye ve kıskançlığa sürüklemiş; nihayetinde kardeşini öldürmesine sebep olmuştur. Bu olay, insanın doğruyla karşılaştığında nasıl tepki vereceğinin, onun ahlaki duruşunu belirlediğini göstermektedir.

Bu anlatı, tarih boyunca Hak ve Batıl arasındaki mücadelenin sadece siyah-beyaz bir karşıtlık olmadığını, bireylerin niyetleri, bilgileri ve içinde bulundukları koşulların da belirleyici olabileceğini gösterir. Bazı insanlar bilinçli olarak adaletsizliği ve zulmü savunurken, bazıları yanlış bilgilendirildikleri ya da farklı şartlar içinde yetiştikleri için hakikatten uzak olabilirler. Öte yandan, inanmayan ya da farklı bir inanca sahip olup da insan haklarını, adaleti ve iyiliği savunanlar da vardır.

Bu yüzden, Hak ve Batıl mücadelesi, sadece iki karşıt grubun çatışması olarak değil, her insanın kendi iç dünyasında verdiği kararlarla şekillenen bir imtihan olarak da görülmelidir. Hakkı temsil edenlerin, adalet ve merhametten sapmamaları, kendi tutumlarını da sürekli sorgulamaları, bu mücadelenin en önemli unsurlarından biridir.

Hak ve Adalet Üzerine: Dinlerin Zulme Bakışı

Ehl-i Kitap olan Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde ‘Hak ve Batıl’ mücadelesine bakışı, Eski Ahit’te yer alan ‘On Emir’ bağlamında ele almak mümkündür:

1- Allah’tan başka ilahların olmayacak.

2- Kendin için oyma put yapmayacaksın.

3- Allah’ın ismini boş yere anmayacaksın.

4- Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın.

5- Babana ve anana hürmet edeceksin.

6- Adam öldürmeyeceksin.

7- Zina etmeyeceksin.

8- Çalmayacaksın.

9- Yalan şahitliği yapmayacaksın.

10- Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
(Çıkış, 20/1-17)

Bu emirlerin dördüncü maddedeki „cumartesi“ kısmı dışındaki bütün hepsi Kur’an-ı Kerim’de de karşılık bulmaktadır:
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyi davranın, cana kıymayın…” (Bkz. En’âm suresi, 6:151-153; İsrâ suresi, 17:23-39)

Bu benzerlikler, İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerin temel prensiplerinde kesiştiğini ve haksızlığı yasakladığını açıkça göstermektedir. Ancak tarihte din adına işlenen zulümlerin, kutsal metinlerin bağlamından koparılması ya da ‘seçilmişlik’ anlayışıyla dinlerin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı unutulmamalıdır.

İslam’ın Zulme Yaklaşımı: Eşitlik ve Adalet

İslam, “seçilmişlik” anlayışını reddeder. İnsanlar eşittir ve yeryüzündeki imtihanlarını vermektedirler. Yaşlı, bebek, hasta, çocuk veya sivil ayırımı yapmaksızın insanları imha eden zihniyetlerin kökünde „seçilmişlik“ inancı yatmaktadır. Konuya İslam’ın yaklaşımı çok açıktır. Kimse „seçilmiş“ değildir, herkes eşit derecede yeryüzü imtihanını vermektedir ve insanın yaratılış gayesi çok açıktır:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât suresi, 51:56)

Allah’a (t) kulluğun bilinçli bir tercih olarak yaşandığı bir dünya, adaletin ve barışın hâkim olduğu bir dünya olacaktır. Ancak insanın insana kulluk ettiği bir düzen, zulmün ve haksızlıkların kaynağı olmaktan kurtulamayacaktır. Bu nedenle, insanlara düşen görev, her türlü çıkar ve iktidar hırsını bir kenara bırakarak bireylerin özgürce inanabilmesini, doğru bilgiye ulaşabilmesini ve adalet içinde yaşayabilmesini sağlamaktır.

İslam, seçilmişlik iddiasını reddederken, tüm insanları eşit bir şekilde Allah’a kulluk etmeye çağırır ve adaletin tesisi için ortak bir sorumluluk yükler.

Gazze’de sivillerin hedef alınması, Myanmar’daki Rohingya Müslümanlarına yönelik etnik temizlik ve Ukrayna savaşında sivillerin ağır bedeller ödemesi, savaşların en büyük mağdurunun masum insanlar olduğunu gösterirken; tarih boyunca Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların çeşitli dönemlerde baskıya uğraması, dini kimlik nedeniyle zulmün halen devam ettiğini kanıtlamaktadır. Bu zulümlerin kaynağında ise büyük ölçüde ‘seçilmişlik’ anlayışının etkisini görmekteyiz.

Bolluk ve Darlık Zamanlarının İmtihanı

Kur’an, toplumların bolluk ve darlık dönemlerindeki davranışlarına sık sık dikkat çeker. Örneğin, Musa Peygamber’e inananlar, Mısır’da zulüm altında yaşarken sabır ve ibadetle Allah’ın rızasını kazanmış, ancak bolluk döneminde bu tutumlarını terk etmişlerdir.

İnsan, yaratılışı itibarıyla refah ve bolluk dönemlerinde doğru yoldan sapmaya daha yatkındır. Bu nedenle mü’minler, yalnızca zorluk zamanlarında değil, bollukta da ibadet ve takvadan taviz vermemelidir.

Mü’minlerin Görev ve Sorumlulukları

Yeryüzündeki zulüm ve haksızlıklara karşı “mü’mince duruş”, Kur’an ayetleriyle şu şekilde açıklanmaktadır:

1- Mü’minler, üzerlerine düşen görevleri güçleri nispetinde samimi olarak yapmakla mükelleftirler. Kullar ve kurumlar, üzerine düşeni yaptığı ve neticeyi Rabbine havale ettiği anda, “bir seviyeyi hak etmiş” makamına erişmektedir.

“Zaten onlar bunu hak etmişlerdi, onlar buna lâyıktı.” (Fetih suresi, 48:26)

2- Bu seviyeyi hak etmenin neticesinde “Mü’minler” Allah tarafından sükûnete kavuşmaktadırlar. 

Fetih suresinde buna benzer ifadeler birçok yerde geçmektedir. Sükûnet hâlinde olan üstün gelir, başarılı olur. Panik ve dağınıklık içindeki bir toplumun başarıya ulaşması mümkün değildir.

3- Mü’minler, hadis-i şeriflerde de ifade edildiği üzere “cemaat” olarak hareket etmek zorundadırlar. Her cemaatin bir imamı veya önderi olmak zorundadır. Önder olan kişiler Furkan suresi 74’te ifade edilen; “Bizi takvâ sahiplerine önder yap!” diye duâ ederler.”

Önder olanların tek başına iyi olmaları yetmemektedir, aynı zamanda önderlere tâbii olan toplumun “muttaki” olması gerekmektedir. Bu duayı sıkça yapmalı ve “muttaki” olan toplumun ya mensubu, ya da önderi olmalıdır.

Ne mutlu Allah’ın yardımını hak eden toplumlara ve onların önderlerine… Ne mutlu bütün insanların ve yaratılmışların huzur ve saadeti için samimiyetle gayret gösterenlere.