Gazze, Fıtrat ve İbret
@Shutterstock
Günümüz dünyasında, dünyanın ezilen bölgelerinde ve özellikle Gazze’de hüküm süren soykırım ve vahşet o kadar büyük ki; ne akıl bunu tam manasıyla idrak edebiliyor, ne de vicdan kaldırabiliyor.
- HAYAT
- 29 Ekim 2025
Dr. Ahmed İnam
Tarih kitaplarını okuyanlar, nice katliam örneklerini, nice vahşetleri okumuş; verilen ölü sayıları karşısında — vicdanın, yani fıtratın, imanın ve ahlakın gereği olarak — ya hayrete düşmüştür ya da sadece not alıp okumaya devam etmiştir. Daha yirmi sene öncesine kadar, 20. yüzyılda yapılan katliamlar hakkındaki bilgilerimiz genellikle kitaplar, belgeseller ve muhabirlerin kamera kayıtlarından ibaretti. Her gün, her saat değil; ayda ya da yılda bir-iki kez o görüntülere şahit olunur, etkinin bıraktığı izler silinince normal hayata dönülür, çoğu zaman da unutulurdu.
Bugün ise Gazze’de, insanların ellerindeki cep telefonları sayesinde zulüm, vahşet ve katliamlar canlı olarak kaydediliyor; yine herkesin elinde bulunan telefonlar aracılığıyla bu “cehennemlik ameller” anbean izlenebiliyor — her saat, her dakika, her saniye. Sosyal medyada dolaşan herkes, hangi platformda olursa olsun, bu zulmün görüntülerinden kaçamıyor. Bombaların gökyüzünden yağmur damlaları gibi yağdığı; çocukların, kadınların, yaşlıların barbarca hedef alındığı ve en temel haklarından mahrum bırakıldığı bu ortamda sessiz kalmak aslında imkânsızdır.
İnsanın Yapısı: Ruh ve Nefis
Her insanın asli fıtratı, Allah’ın üflediği ruhtan ibarettir. Bu sebeple fıtratın dini İslam’dır (Rûm suresi, 30:30). Yine her insan, dünyadaki imtihan gereği bir nefis sahibidir. Bu nefse Allah iki yol sunmuştur: şükür veya nankörlük. “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.” (İnsan suresi, 76:3) İnsan, nefsine karşı mücadelede fıtratından — yani ruhundan — ne kadar uzaklaşırsa o kadar zalim, barbar ve vahşi olur; ne kadar yaklaşırsa o kadar merhametli, adil ve iyi olur.
Fıtratı gereği Allah’a iman etmemek mümkün değildir; zira Allah, bezm-i elestte “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, tüm ruhlar “Evet” cevabını vermiştir. Bu şahitlik, bu ahit, bu iman her insanın fıtratında mevcuttur. Bundan dolayı “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye” (A’râf suresi, 7:172), fıtratında var olanı nefsine aldanarak inkâr eden insan hesaba çekilecektir. Bu sebeple Allah’ın varlığını ispat etmekten ziyade, Allah’ı hatırlatmak elzemdir.
Nefis de kendi başına kötü değildir. Nefis dediğimiz şey, bizi insan yapan; duygularımızı, isteklerimizi, kararlarımızı belirleyen içsel unsurdur. Nitekim “nefsimizin hakkını vermek” de hadisi şerifin gereğidir (Buhârî, Savm, 51).
Allah’ın insana üflediği ruh ve yerleştirdiği nefis gereği insan yapısı, merhametiyle zulme tepki gösterebilir ve baskılardan üzüntü duyabilir. Ancak tarih de, günümüz de gösteriyor ki: Yapısındaki merhameti, adaleti ve sevgiyi; mal, mülk, güç, iktidar veya zevk için yok edenler de insandır. Nefsinin şerrine kapılıp kul ve köle olan insandır. İşte bu yüzden insan, Allah katındaki değerini kendisi imha eder.
Fıtratına aykırı davranarak nefsiyle mücadelede Allah’a karşı nankör olan insan — Allah vergisi olan vicdan, nefis, kalp gibi yapılar sayesinde — iyi biri olabileceği gibi, iman ettiği veya daha doğrusu Müslüman olduğunu ifade ettiği hâlde kötü biri de olabilir. “İflas eden müflis” hadisini hatırlayalım: tüm ibadetlerini yerine getirdiği hâlde insanlara faydası olmayan, aksine zarar veren kişinin asıl müflis olduğunu Resûlullah (s.a.v.) bize bildirmiştir (Müslim, Birr, 59).
Önce İnsan Ol…
Daha önce yayımlanan “Önce İnsan Ol…” başlıklı makalemde belirttiğim gibi:
“İnsan dünyaya zaten insan olarak gelmektedir. Bu manada insanın tekrardan insan olmasına gerek yoktur. “Önce insan ol…” tepkisi ile “insanın varlığı itibariyle ahlaklı veya akıllı” olduğu var sayılıyorsa eğer, bu büyük bir yanılgıdır. Genetik kodlar [fıtrat] ile insanda bazı değerler var olabilir, mesela düşünme melekesi, akletme melekesi, merhamet ve adalet melekesi gibi. Öte yandan insanın fıtratında [yapısında] zulmetmek, şehvete kapılmak, acelecilik, nankörlük, cahillik, kavgacılık / hasımlık, kendini beğenmişlik ve azgınlık da vardır.
Yani sadece “insan” olmak hem iyi bir insan, hem de kötü bir insan olmayı beraberinde getirir. İnsan hem adil, hem ahlaklı ve merhametli de olabilir. Fakat zulmeden, çirkin işler yapan, ahlaksız da olabilen bir varlıktır. Dolayısıyla “Önce insan” olmanın bundan dolayı hiçbir anlamı yoktur ve binaenaleyh bu söylem ve düşünce insanı haddinden fazla yüceltme teşebbüsüdür. Dinden ve haktan uzaklaşmış hümanizmin sevdiği türden bir saptama gibi ve aslında bir ütopyadır.”
Bugünlerde sıkça duyulan “Gazze’deki katliama karşı olmak için Müslüman olmak gerekmiyor, insan olmak yeterli” gibi sloganları da iyice düşünmemiz gerekiyor. Öte yandan Müslüman olmanın da tek başına yeterli olmadığını — özellikle son yıllarda birçok Müslüman’ın ve İslam ülkelerinin umursamaz tavırlarında — maalesef görmüş olduk.
İbret Almak
“İbret” kelimesi, Arapça ‘abr kökünden türemiştir ve “görünenden görünmeyene geçmek, olayların dış yüzüne bakıp onların ardındaki hikmeti kavramaya çalışmak” anlamına gelir.
Yani ibret almak, sadece Gazze’deki insanların acılarına üzülmek değil; o acılar karşısında kendi hayatına, niyetine, ibadetine ve dünya anlayışına dönüp bakmaktır.
“Bir musibet, bin nasihatten iyidir” sözü gereği; Gazze’deki zulüm ve vahşetten, Müslüman dünyasının acizliğinden ve Batı dünyasının ikiyüzlülüğünden ibret almaz, kendimizi de ıslah etmezsek, ümmet olarak daha çok çekeceğimiz var demektir.
Ve insan olarak kazananlar hep aynı kişilerdir: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr suresi, 103: 2–3)

