Trabzon’dan İstanbul’a: Aziz Efendi’nin Hat Yolculuğu -1-
İslam sanatlarının göz kamaştıran incisi hüsn-i hat, yüzyıllardır zarafetiyle gönüllere dokunmaya devam ediyor. Bu nadide sanatın en kıymetli temsilcilerinden biri de Abdülaziz Rıfai Efendi’dir.
- ARKA PLAN
- 29 Ekim 2025
Hümeyra Yanar
İslam sanatlarının nadide çiçeği olan hüsn-i hat, asırlardır rikkatiyle estetiğini koruyarak günümüze ulaşmıştır. Bu zarif sanatın bugüne taşınmasında payı olan sayısız, değerli ve vefakâr hattata minnettarız. Hat sanatına dair bir fikir edinmenin, verilen emeğin büyüklüğünü görmenin en kolay yolu ise hattatların biyografilerine göz atmaktır. Sanat anlayışımıza ışık tutan, dönemlerinin aynası niteliğindeki bu hayat hikâyeleri arasında bir inci misali parlayan isimlerden biri de, nam-ı diğer Abdülaziz Rıfai Efendi’dir. Onu bu yazıda ve bir sonraki yazımızda anacağız.
Bir Hattatın Doğuşu
Hicrî 1288 (Milâdî 1871-1872) yılında Trabzon’un Maçka kazasında dünyaya gelen Abdülaziz Efendi, küçük yaşlardan itibaren ilim ve irfan içinde yetişti. Babası İmam Mehmed Abdülhamid Efendi, annesi Esma Hatun idi. Ailenin dört çocuğundan biriydi. 93 Harbi’nin ardından ailece İstanbul’a göç ettiler ve Kağıthane köyüne yerleştiler. Küçük Aziz, burada Eyüp’teki Şah Sultan İbtidâî Mektebi’nde eğitimine başladı.
Daha bu yıllarda onun sanat kabiliyetini fark eden hocaları, özellikle yazıya olan merakını teşvik etti. Öğretmenlerinin yönlendirmesiyle hat sanatına yönelen Aziz Efendi, ilk ciddi meşklerini Bakkal Ârif Efendi ile yaptı. Bu ilk adım, onun ömrünün kalanını adadığı sanat yolculuğunun başlangıcı oldu.
1894 yılında Karinâbâdî Hasan Hüsnî Efendi’den ta‘lik yazısından icazet aldı. Ardından Filibeli Ârif Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını öğrenerek farklı üsluplarda kendisini geliştirdi. Kısa sürede dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. 1896 yılında Muhsinzâde Seyyid Abdullah Bey ile çalışmalarına devam ederek celî sülüs ve nesih yazılarından da icazet aldı.
Bu sırada sanat ufku yalnızca hatla sınırlı kalmadı. Üsküdar Özbekler Dergâhı’nda ebru sanatının önde gelen isimlerinden Edhem Efendi ile tanıştı. Bu buluşma onun hayatında yeni bir sayfa açtı. Ebruya ilgi duydu, öğrendi ve zamanla kendi yazılarının kenar süslemelerini de yapar hale geldi. Böylelikle bir hattat olmanın ötesinde, sanatın farklı alanlarını da özümseyen bir sanatkâr hâline geldi.
Celî yazının üstadı Sâmi Efendi’nin Horhor’daki sanat sohbetlerine katılarak yazının inceliklerini bizzat ondan öğrendi. Hat sanatının dışındaki ilmi çalışmalarını da ihmal etmeyen Aziz Efendi, Şehri Ahmed Efendi’nin derslerini takip ederek 1904’te ilmiye icazetnamesini aldı. Ayrıca siyâkat yazısını Sultanahmetli Refik Bey ve Şehreminili Hüsâmeddin Efendi’den meşk ederek yazı bilgisine yeni boyutlar kattı.
Memuriyet ve Tasavvuf Yolu
Sanat eğitimini sürdürürken devlet hizmetinde de görev aldı. 1895’te Meclis-i İdare-i Emvâl-i Eytâm Kitabeti’nde göreve başladı. 1903’te Mektûbî-i Meşîhat’a nakledildi. Bu memuriyet yılları, onun yalnızca kalemiyle değil ahlâkı ve edebiyle de tanındığı bir dönem oldu.
Bâb-ı Meşîhat’taki görevi sırasında Ümmü Kenan Dergâhı’nda Kenan Rifâî’nin terbiye halkasına katıldı. Tasavvuf terbiyesi ile yoğrulan Aziz Efendi için şeyhinin söylediği şu söz, onun karakterini en iyi şekilde ifade eder: “Aziz’de Hz. Osman hayası vardır.” Çevresi tarafından edepli, mütevazı ve sevgisiyle tanınan bir kişilikti. Utandığında kızarır, başını öne eğerek susardı.
1910 yılında şeyhinden hilafet alarak Rifâî unvanını kazandı. Tasavvuf terbiyesinin yanı sıra sanatındaki ustalığı da artmıştı. Yazısının güzelliği ve ahlâkî olgunluğu nedeniyle Ma’rûzât-ı Mühimme Kitâbeti’ne terfi ettirildi. Bu başarılarının ardından kendisine gümüş liyakat madalyası ile dördüncü dereceden Mecîdî nişanı verildi.
Hocalık ve İstanbul’daki Sanat Hayatı
Memuriyet görevlerinin yanında eğitim faaliyetlerini de sürdürdü. Medresetü’l-Kudât’ta ve Mahmûdiye Rüşdiyesi’nde hat dersleri verdi. Ayrıca Meşîhat Dairesi memurlarına da ta‘lik üslubunda meşkler yaptırdı.
Bu dönemde İstanbul’un sanat çevresinde tanınan isimlerden biri hâline geldi. Güzel yazıları, ahlâkı ve tevazusu ile etrafında büyük bir sevgi uyandırıyordu. Aynı zamanda ebru çalışmaları, murakkaa hazırlamaları ve tezhip ile ilgilenmesiyle çok yönlü bir sanatçı olarak da öne çıkıyordu.
Mısır’a Doğru
Aziz Efendi’nin ünü İstanbul sınırlarını aştı. Yazıdaki kudreti, güzel tuğra çekmesi ve farklı üsluplardaki başarıları ile dikkat çekiyordu. Onun yeteneği ve sanattaki kudreti, Mısır Kralı Fuad’ın da kulağına ulaştı. Meşhur “Melik Fuad Mushafı”nı yazması için Kahire’ye davet edildi.
1922 yılında resmi izinle Mısır’a gitti. Altı ay gibi kısa bir sürede mushafı tamamladı. Tezhibini de kendi elleriyle yaptı. Ancak bu yalnızca bir başlangıçtı. Aziz Efendi, Kahire’de geçireceği on bir yıl boyunca Türk hat sanatını Arap dünyasına tanıtacak ve tarihe geçecek izler bırakacaktı.