Kader ve Kaza Bahsi

Kader ve Kaza Bahsi

Başımıza gelen iyi olanlara sevinir, olumsuz sonuçlanan işlerimizden ise şikâyetçi oluruz. Bir işin neden olduğunu veya olmadığını çoğu zaman anlayamayız ve “vardır Allah’ın bir hikmeti” deriz.

İman esasları içerisinde en zor anlaşılan ve sıkça açıklanması istenen kader ve kaza bahsidir. Kader ve kaza konusu çocuk, genç veya yaşlı hemen herkesin kafasını meşgul eden çetrefil bir konu. Aslına bakılırsa inanç esasları içerisinde anlaşılması ve anlatılması en zor olanı. Kader kelime olarak “ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek” anlamlarına gelir. Dinimizdeki manası ise, “Allah’ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi” demektir. Kader, Allah’ın ilim ve irade sıfatlarının bir tezahürüdür.

Kaza ise, sözlükte “emir, hüküm, bitirme ve yaratma” anlamlarına gelir. Dinimizde ise, Cenâb-ı Hakk’ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kaza, Allah’ın tekvîn sıfatının tecellisidir.

ALLAH’IN BİLMESİ, DİLEMESİ, KUDRETİ

Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına hakkıyla inanmak, kader ve kazaya inanmak demektir. Buna göre kader ve kazaya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.

[post-refarans id=”14078″ taraf=”sol”]

KADER VE KAZANIN 4 MERTEBESİ

Kader ve kazaya iman dört mertebede cereyan eder. Bunlardan ilki ilim mertebesidir. İlim mertebesi Allah’ın her şeyi ilmi ile kuşattığına inanmaktır.  Allah’ın bilgisi, hem geçmişi, hem bu günü hem de geleceği kuşatır. İster bu bilgi kendi fiilleriyle alakalı olsun, isterse kullarının fiilleriyle alakalı olsun fark etmez. Allah’ın ilmi, ezelî ve ebedî olarak her bir şeyin en ince ayrıntılarına kadar kuşatır ve içine alır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: “Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”[1]

İkinci mertebe ise Allah’ın kıyamet gününe kadar gelecek her şeyi belirleyip takdir etmesidir. Allah (c.c.), “levh-i mahfuz” denilen ve her bir şeyin kendisinde kaydı bulunan ana kütük defterine bütün olacak şeyleri yazmıştır. Bunun böyle olduğuna yakinen iman etmek gerekir. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? Bu, bir kitapta (levh-i mahfuzda) mevcuttur. Bu (eşya ve olayların bilgisine sahip olmak), Allah için çok kolaydır.”[2]

Kainatta var olan her şeyin Allah’ın dilemesi ile olduğuna inanmak, kader ve kazaya imanın üçüncü mertebesidir. Mahlȗkatın yaptığı ve yapacağı her şey Allah dilerse olur; dilemezse olmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah Teala sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar”. şeklinde geçiyor.

Dördüncü mertebe ise Allah’ın bütün mahlȗkatı yarattığına iman etmektir. Her şeyi yaratan Allah’tır. O’nun dışındaki her mahlȗktur (yaratılandır). Dolayısı ile mahlȗkâttan sâdır olan fiil olsun, söz olsun bunlar da mahlȗktur. Yani Allah Teâlâ (c.c.) tarafından yaratılmaktadır.

ALLAH’IN KADERİNDEN ALLAH’IN KADERİNE KAÇMAK

Kadere inanmak sebeplere sarılmaya engel değildir. Var olan sebeplere sarılarak ulaşılan şeyler de kaderle elde edilen şeylerdir. Veba hastalığı başgösteren Şam’a gitmekten vazgeçen Hz. Ömer (r.a.) efendimize Ubeyde b. El-Cerrah (r.a.), “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” demesi üzerine; Hz. Ömer (r.a.) efendimiz (r.a.): “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.” buyurmuştur.[3]

İnsanlardan meydana gelen fiillerin Allah’ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olmasının anlamı şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır.

Bu durumda Allah’ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah’ın ezelî manada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Çünkü insan, kendisi hakkında Allah’ın katında bulunan bilgiden haberdar değildir. Dolayısı ile pratik hayatta insan, Allah’ın katında olan bu bilgilerin etkisi altında kalmadan kendi iradesiyle hareket eder.

[post-refarans id=”14080″ taraf=”sol”]

İNSAN SEÇME ÖZELLİĞİNDEN MÜKELLEF KILINMIŞTIR

Bir başka ifadeyle insan yaptığı işi, Allah bildiği için yapmaz. İnsanın yaptığı bu işlerin bilgisi Allah katında ezelî ve mutlak anlamda bulunmaktadır. Allah, kulunu seçici ve bu seçme özelliğinden dolayı, mükellef (sorumlu) kılmış; emir ve yasaklara muhatap yapmıştır.

Kader, iç yüzünü sadece Allah’ın bildiği, mutlak ve kesin bir şekilde çözümlenemeyen ilâhi bir sırdır. İnsan aklı, zaman ve mekân kavramlarıyla sınırlıdır. Allah’ın ilmi ise, zaman ve mekân boyutlarının ötesindedir. Kader konusunu kesin biçimde çözmeye uğraşmak, insan kapasitesinin üstündedir ve imkânsıza talip olmaktır.

KADER BAHANE EDİLMEMELİ

İnsan, kadere imanı bahane ederek, kendini sorumluluktan kurtaramaz; “Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?” diyerek günah işleyip, daha sonra da kendisini suçsuz gösteremez ve kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü yapılan işler, insanın kendi tercihine uygun yaratılmıştır. Bundan dolayıdır ki, kader ve kazaya güvenerek çalışmayı bırakmak, hayırlı işin elde edilmesi, şerli işin de önlenmesi için gereken sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslam’ın kader ve kaza inancı ile uyuşmaz.

Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlı olarak yaratmıştır. Sebeplere sarılan insanın beklediği neticeyi de Allah yaratacaktır. Bu da Allah’ın koyduğu bir kanundur ve de bir kaderdir.

 

 

[1] Al-i İmran suresi, 3:5.

[2] Hac suresi, 22:70.

[3] Riyazu’s Salihin, Bab, 361, H. No: 1791.