Nafileler nafile değil, Allah’ın sevdiği ameldir!

Nafileler nafile değil, Allah’ın sevdiği ameldir!

İbadetlerin sevap derecesi, ibadetlerin sıkıntılarına katlanma derecesine, kalplerdeki ihlas ve sünnete uygunluk derecesine göredir.

Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ibadetini tetkik ettiğimiz zaman, onun hem farzlara hem de nafilelere önem verdiğini görürüz. Hz. Peygamber tabii ki farzlara daha çok değer verirdi. Ama nafileleri de yerine getirirdi. Nafilelere değer vermeseydi, mesela namazların evvelinde ve sonrasında sünnet namazlar dediğimiz namazları; bize nafile, kendisine farz olan gece namazını, işrâk namazını, kuşluk namazını, evvâbîn namazını, öğlenin farzından sonraki iki rekâtı, bazen dört rekât olarak kıldığı namazı, abdest namazını, tahiyyetü’l-mescid namazı gibi nafile namazları kılar mıydı? Farz orucun dışında, pazartesi ve perşembe; ayın evvelinde, ortasında ve sonunda; şaban ayının neredeyse tamamını oruçlu geçirir miydi? İnfakta fazla fazla verir miydi? Zikir konusunda en fazla zikreden olur muydu?

Allah Teâlâ’nın sevgisini kazanmanın yolu

Bir hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her kim bir velime düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilave olarak işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (sanki) Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, mutlaka onu korurum.”  (Buhârî, Rikâk, 38)

Farza ilave edilen nafile

Bu hadise göre farzlar Allah Teâlâ’ya en sevimlidir ve kulu Allah’a en yaklaştırıcı amellerdir. Ama, farzlara ilave olarak yapılan nafile ibadetler yapıldıkça Allah bu nafile için de “Ben onu severim.” buyurur. Bu nafile ilaveleri bütün farzlar için düşünebiliriz. Ayrıca Allah, farza ilave edilen nafileyi sevdiğini, sevince de kulun bütün organlarında  razı olduğu amelleri tecelli ettireceğini; kul ne istese mutlaka vereceğini ve kendisine sığınınca da onu mutlaka koruyacağını ifade buyurmaktadır.

Burada vaat edilenler, sadece namazlardaki nafileler değil, bütün ibadetlerdeki nafilelerdir. Şu da bir gerçektir ki, imandan sonra ilk farz olan amel namazdır. Elbette namazların nafileleri de diğer nafilelerden önce gelir. Şu da bir kaidedir ki ibadetlerin sevap derecesi, ibadetlerin sıkıntılarına katlanma derecesine, kalplerdeki ihlas ve sünnete uygunluk derecesine göredir.

Kulum bana (farzlara ilave olarak işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (sanki) Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, mutlaka onu korurum.”  (Buhârî, Rikâk, 38)

Namaz, ille de namaz!

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, aziz ve celil olan Rabbi: ‘Kulumun nafile namazları var mı, bakınız?’ der. Farzların eksiği nafilelerle  tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Nesâî, Salat, 9) Bu hadîs-i şeriften şunu anlamış oluyoruz: Ahirette, namaz, oruç, zekât ve hac gibi nafile olan ibadetler, farzlar gibi iş görecektir. Nafile olan ibadetlerimiz noksan kalan farz olan ibadetlerin yerine konulacaktır. Öyleyse nafile deyip geçmeyelim. Namazlardaki nafileler ise çok daha önemlidir.