Kulluğun Hedefi Allah’ın Rızasına Nail Olmaktır

Kulluğun Hedefi Allah’ın Rızasına Nail Olmaktır

İnsanoğlu için Allah’a kul olmak en büyük makamdır. Kulluğun temelinde ise iman vardır. Fakat ihlas ve sünnette kulluğun kabulü için şarttır.

Kulluk, Allah Teâlâ’nın razı olduğu ameli gerçekleştirmek demektir. Amel ise, bazı şeylerin terkedilmesi, bazı şeylerin de işlenmesi ile olur. Terk edilmesi gereken ameller, küfür, şirk, haramlar, mekruhlar, şüpheli şeyler ve câiz olmayana sebep olan mubah işlerdir. Yapılması gereken ameller ise, farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar ve sevaba sebep olan mübahlardır.

Allah’a kul olmanın ilk hedefi, Allah Teâlâ’nın rızasına nail olmak, ikinci hedefi ise öncelikle kişinin kendi ailesinden ve yakın çevresinden başlayarak bütün insanlığın iyiliği için çalışmak ve iki cihan saadeti için gayret etmektir.

KULLUK ZAMAN VE MEKÂNDAN BAĞIMSIZDIR

Rabbimize kulluğun zamanı bütün ömrümüzü, mekânı ise tüm evreni kapsar. Allah Teâlâ kulluğun zamanı ile alakalı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet/kulluk et.”[1] Dolayısıyla insanoğlu ömrü boyunca nerede olursa olsun[2] Rabbine kulluk yapmakla mükelleftir.

İNSAN KIYMETLİ BİR VARLIKTIR

Kulluğun Allah katında makbul olması için yerine getirilmesi gerekli olan şartlar vardır. İnsan kıymetli bir varlıktır. Kıymetli olduğu, her şeyin insan için ve insana göre yaratılmış olmasından anlaşılmaktadır. Sadi Şirazi şöyle demiştir: “Bulut, rüzgar, ay, güneş, dünya hepsi sana hizmetteler, ta ki eline bir ekmek geçiresin de onu gafletle yemeyesin diye.” İşte böyle olan varlığın her yaptığının kıymetli olması gerekir. Öyle yapmalı ki her yaptığı kabul edile, merdut olmaya, amelleri boşa çıkmaya.

[post-refarans id=”22704″ taraf=”sol”]

KULLUĞUN ŞARTLARI: İHLAS VE SÜNNET

Amellerin, dolayısıyla kulluğun kabul edilmesinin iki temel şartı vardır:

  1. İhlas: Yaptığını sadece Allah emrettiği için yapmak, terk ettiğini de sırf Allah yasakladığı için terk etmektir. İhlas, kalbi Allah’ın rızası ve Allah’a yaklaşma niyetinden başka düşüncelerden kurtarmak, korumak ve temizlemektir. Ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

“Onlar ancak şununla emr olundular: Dinde ihlaslılar ve hanîfler olarak Allah’a kulluk etsinler, doğru dürüst namaz kılsınlar ve zekâtı versinler. İşte sağlam din budur.”[3]

Ayette geçen din kelimesinden maksat, iman, İslam ve ahkâmı içine alan sistemdir. İman tasdik konularını, İslam tatbik konularını ve ahkâm da bütün hayattaki hükümleri içine alan sistemdir. Tasdik ederken Allah Teâlâ’nın tasdik etmemizi istediği şeyleri ve nasıl tasdik etmemizi istiyorsa onları tasdik ve öylece tasdik etmek gerekir. Ahkâm konusunda Allah Teâlâ’nın belirlediği ahkâma göre hayat düzenlenecektir. Yine ayette geçen hanif kelimesinden maksat, bütün batıl anlayış ve davranışları reddedip Hakka yönelen kimseye denir. Zira şirki reddetmeyenin tevhidi, küfrü reddetmeyenin imanı kabul edilmez. Özetle hanif, yanlışı bırakıp doğruya yönelmektir.

  1. Sünnet: İman, ibadet, ahlâk ve ahkâmda Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uymaktır. Peygamber gibi iman etmek, Peygamber’in iman ettiklerine iman etmek, O’nun gibi ibadet yapmak, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak ve ahkâmı da O’nun belirlediğine göre uygulamak gerekir. Bu hususta da yine Kur’an’da şöyle buyuruluyor:

“De ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr ve Rahîmdir.”[4]

Kâmil mümini de bidatçıdan ayıran sünnettir. Eğer sünneti kökten reddederse zaten iman dairesinden çıkar. Sünneti kabul eder de uygulamazsa fâsık dairesine girmiş olur. Mesela akşam namazının farzını dört rekât olarak kılsa, benim niyetim Allah Teâlâ’nın rızasıdır dese bile onun ameli merduttur/kabul edilmez. Çünkü Allah Teâlâ’nın rızası, razı olduğu zat olan Peygamber’e uymaya bağlıdır. Ancak üç rekât kılarsa makbul olur. Bu şekilde yapmakla Peygamber’e uymuş olur. Peygamber’e uymakla Allah’a uymuş olur. Çünkü Allah Teâlâ,

“Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.”[5] Burada ibadetten maksat, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve O’na manen yaklaşmak niyetiyle yapılan kulluktur.

[post-refarans id=”34841″ taraf=”sol”]

KULLUĞUN ALANI

Her insanın Allah’ın rızasını kazanmak uğruna attığı adıma azaları da eşlik eder. İnsan vücudundan kulluğun alanı olan azaları sayacak olursak, bunlar kalp, dil ve bedenin tamamıdır. Kalbin kulluğu; reddedilmesi gerekenleri reddetmek, tasdiki gerekenleri doğrulamaktır. Kalbin amellerine bakacak olursak, bunlar da ilk olarak Kelime-i Tevhidi tasdik etmek, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, Allah’a kalben yönelip, tevekkül etmektir.

Dilin kulluğu ise öncelikle Allah yoluna davet ve zikirden geçmektedir. Bedenin kulluğu; namaz, oruç, zekât, hac gibi farz olan salih amellerin yapılması ve yasaklanan günahların terk edilmesi ile olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: (Temeli) Allah’tan başka (hak) ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet etmek, (direklerden birincisi) namaz kılmak, (ikincisi) zekat vermek, (üçüncüsü) haccetmek, (dördüncüsü) ramazan orucunu tutmaktır.”[6]

(Erkam Sohbetleri, 106)

 

[1] Hicr suresi, 15:99.

[2] Tirmizî, Birr, 55; Ahmed, V, 228.

[3] Beyyine suresi, 98:5.

[4] Âl-i Imrân sûresi, 3:31.

[5] Nisâ sûresi, 4:80.

[6] Müslim, Îmân, 21-22; Buhârî, Îmân, 2.