İnsan Evini Gönlünde Taşır

İnsan Evini Gönlünde Taşır

Köklere bağlılık bir tutsaklık mıdır yoksa pergelin bir ayağını sağlam bir zemine yaslamak ve böylelikle güçlü ve güvende hissetmek mi?

Dr. Gökhan Arslantürk

Bitlis’ten Kaliforniya’ya göç etmiş Ermeni bir ailenin Amerika’da doğan ilk üyesi olan William Saroyan’ın “Ödlekler Cesurdur” isimli kitabında yer alan öykülerden birinde ilginç bir anekdot aktarılır. Bu ailenin geldikleri bu topraklarda gömülü hiçbir ferdi yoktu. Bir mezarları olmaması; bu topraklarda buna dair bir geleneklerinin başlamamış olması, o topraklarda oldukları ve orada kalacaklarını bilememeleri, kendilerini köksüz hissetmeleri anlamına geliyordu. Öyle ki biri ölsün diye gözünün içine bakıyor, ilk cenaze olduğunda bir yandan seviniyor ve artık köksüzlükten ve savrulmuşluktan kurtulmuş hissediyorlardı.1

[post-refarans id=”28997″ taraf=”sol”]

KÖKSÜZLÜK ÖKSÜZLÜK MÜDÜR?

Şimdi o hâlde köksüzlük her daim bir tür öksüzlük müdür? İnsanlık tarihi ile yaşıt olan ve hatta insanlık tarihinin kendisi ile çizildiği göç meselesi hassaten bu çağda da önemli olduğundan bu meseleyi irdelemek birçok insan açısından önemli. Sadece göç mü? Göç; hususiyetiyle savaşların, çatışmaların, yoksulluk ve çaresizliğin insanları yerinden, yurdundan sökmesi ile vuku bulan, mevzubahis bu köksüzlüğün görünen ve iyi bilinen bir veçhi.

Bunun yanında hunharca ve tedricen esareti altına girdiğimiz küreselleşme de bu minvalde değerlendirilebilir. Küreselleşme salgını ile küçük ve orta ölçekli yerleşim yerlerindeki yakın çevre ilişkileri ve güçlü aidiyetler, yerini işlevsellik merkezli şehir yaşamına bırakıyor. Bunun yanında küreselleşme ile fiziksel mesafeler kısalmakta, zihinsel mesafeler ise flulaşmış durumda. 21. yüzyıl insanının maruz kaldığı kültürel hegemonya ikliminde yerleşik yaşam ile perçinlenen gelenek, görenek ve alışkanlıkların terk edilmesi; aidiyetlerin güçsüzleşmesi ve sempatik bir asimilasyon ile benzerleştirilen insanlar şu soruyu akıllara getiriyor: köklere bağlılık tutsaklık mı yoksa güç mü?

BİR YERE KÖK SALMAK

Bu mesele felsefe tarihinde de ele alınmış bir meseledir. Nietzsche, Arendt, Deleuze gibi bazı filozofların bir yere bağlı olmamayı bir tür özgürlük olarak ele almasına karşılık Heidegger yersiz yurtsuzluk olarak düşünülen bu durumun karşısında “köklere bağlılık” olarak anlaşılan Ortsverbundenheit kavramını konumlandırmıştır. Bu kavram bir yerde mukim olmanın ötesinde bir yere bağlı olmayı, bir yerde kök salmış olmayı, orayı evi gibi hissetmeyi anlam havuzunda bir araya getirmektedir. Kök meselesinin asıl anlamından hareketle kökleri olmayan ya da köklerinden koparılmış insanın bu akıbeti gören bir ağaç misali sararıp solacağı yahut meyve veremeyeceği anlaşılmaktadır. Elbette burada köksüzlük ya da yersiz yurtsuzluk meselesi salt mekânsal anlamda ele alınmamalı; bir ruh hali, bir hissiyat olarak da düşünülmelidir. Bir diğer deyişle, kendini evinde hissedemeyen insanın nereye ait olduğunu bilememesinin getirdiği anlamsızlığa derin bir vurgu söz konusudur.2 Meselenin insan yaşamı cenahından ne anlama geldiği hususu tartışmayı idrak edebilmek adına bilhassa kıymetlidir.

GÜVENLİ LİMANA DÖNMEK

Tatil için bile olsa evinizden uzaklarda bir yerlere gittiğinizde kaçıncı günün sonunda eve dönme isteği zihninizde belirmeye başlıyor? Üstelik, tatile devam etmek, daha çok yer görmek isteseniz dahi en azından eve bir dönüp biraz dinlenip yeniden gitmenin daha makul geldiği oluyor mu? Veyahut farzımuhal yabancısı olduğunuz bir başka şehre gittiniz. Şehri keşfederken belirli aralıklarla sınırlı olarak uzaklaştığınız ancak gün sonunda geri dönüp dinlendiğiniz, bir sonraki keşif güzergâhınızın neresi olduğunu planladığınız, telefonunuzu şarj ettiğiniz bir güvenli limanınız (olasılıkla oteliniz ya da konakladığınız sair yer) vardır muhtemel. Tıpkı bebeklerde bağlanmanın nasıl geliştiğini inceleyen yabancı ortam deneyinde3 olduğu gibi… Güvenli bağlanan bebeklerin annelerini güvenli liman olarak görüp çevreyi özgürce keşfetmelerini ancak bir tehdit hissettiklerinde bu güvenli limana dönmelerini anımsatan bu durum, köklerle ilgili meseleyi ele alırken bir zihnimizin bir köşesinde durmalıdır. Annenin bebeklere güç vermesi ya da konakladığınız mekânın size yabancı şehirde güvende hissettirmesi gibi bağlı olunan kökler, ait hissettiğiniz mekân da insana kendini güçlü hissettirebilir. Ancak soru şu: bu zorunlu bir kural mıdır?

[post-refarans id=”33454″ taraf=”sol”]

İNSAN İLE BİR YER ARASINDAKİ DUYGUSAL BAĞ

Elbette değil. Köklere bağlığı tam manasıyla karşılamasa da çevre psikolojisi çalışmalarında popülerliği artan bir kavram olan yere bağlılık meselesinin ve onunla ilişkili bir durum olarak herhangi bir yerin kimliğinizin bir parçası hâline gelmesinin göründüğü kadar basit bir mesele olmadığını bilmek önemlidir. Zira bir insan ile bir yer arasında duygusal bir bağ oluşması, bunun derecesi ya da bir insanın bir yer ile kimliklendirilmesini etkileyen pek çok husus var. Bir şehrin, bir kasabanın, bir mekânın insanda duygularla kaydolması, buraya insanın anlam yüklemesi kişisel deneyimlerle olduğu kadar fiziksel çevreyle, kişinin kendisiyle ya da sosyal ilişkilerle bağlantılıdır. Köklere bağlılık ise bunun da ötesinde sadece mekânı değil grupları, geçmişleri ya da kültürü de kapsar.

İNSANIN KÖKLERİNİ ANIMSAMA ÇABASI

Türkiye’de 2018 Şubat’ta e-devlet portalı üzerinden hizmete giren “Alt-Üst Soy Bilgisi Sorgulama” hizmeti ile soyağacını öğrenmek isteyen insanların kısa sürede sistemi kilitlemesi yakın geçmişte tanık olduğumuz ilginç bir örnek. Binlerce insan, ekseriyetle şehirli, 100 yıl önceki atalarını, nereden geldiklerini ve belki etnik kökenlerini merak etti yahut bildiklerini teyit etmek istedi. Ama neden? Zannımca bu arayış; küreselleşmenin herkesleştirdiği, yani köklerine yabancılaştırdığı insanın köklerini anımsama çabasından ibaretti. O hâlde başlangıçtaki soruya dönelim: Köklere bağlılık bir tutsaklık mıdır yoksa pergelin bir ayağını sağlam bir zemine yaslamak ve böylelikle güçlü ve güvende hissetmek mi?

Her ikisi için de evet demek muhal değil. Bazı zaman olur ki bir yere duyulan aidiyet ayağa vurulan bir zincire, bir prangaya dönüşebilir. Gitmek gereken yerlere doğru yol almaya mâni olabilir. Yaşanacağı yaşamaya, görüleceği görmeye, keşfedilmeyi bekleneni ihmal etmeye vesile olabilir. Böyle âtıl bir ikamet ve katı bir bağlılık, içinde bir ukdeyi barındırdığından dışarıdan kökü ile sağlam bir ağaç gibi görünse de içten kendini kemiren zararlıların nihayetinde ağacı çürütmesi durumunu çağrıştırmaktadır.

[post-refarans id=”23631″ taraf=”sol”]

“MOBİLİZE OLAN İNSAN ÖZGÜRDÜR”

Mobilize olan insan özgürdür. İdealleri için, hayalleri için, sorumlulukları için gider gideceği yere. Lakin bu dahi bir insanın hiçbir aidiyeti olmadığı, kökleri ile rabıtasını kopardığı anlamına gelmez. Bir ağacın kökleri ile bir toprağa tutunması ve buradan beslenmesi, köklerinden koparılmış bir ağacın çürümesi ya da güçsüzleşmesi metaforu ile Heidegger haksız değildir zira. Köklerinden güç almak bir yerde sabit olmak anlamına gelmez her zaman. Bir yeri evi bilip, evi hissedip oradan güç almak daha yerinde bir anlamlandırma olabilir.

KÖKLERİNDEN GÜÇ ALARAK GELİŞMEK

Bir aidiyetin olması, nereden geldiğinin ve nereye gidileceğinin bilinmesidir. Ancak o hâlde kişi dallarının nereye ve nasıl uzanması gerektiğini bilir. Bu bazen içine emanet ettiğiniz ölülerinizle bir toprağı eviniz yapar, bazen doğup büyüdüğünüz belde de güçlü ilişkiler kurmakla ve orada mukim olmakla. Bazen olur ki nereden geldiğinizi ya da birkaç kuşak atalarınızın nereye ait olduğunu bilmek size iyi hissettirir, bazen de bir gün zamanı geldiğinde kesin dönüş yapacağınız yerin neresi olduğunu bilmekle, o dönüş gününü ümit etmekle huzur bulursunuz. Özetle bir toprağı ev yapan anlam ve duygular, sizi savrulmaktan koruyan görünmez güçlü köklerdir. İnsan evini zihninde inşa eder, gönlünde taşır.

 

Kaynaklar

1 Saroyan, W. (2018). Ödlekler cesurdur (Çev. Ohannes Kılıçdağı). “Ailede Delilik” (s. 11-15), Aras Yayıncılık

2 Topakkaya, A. (2018). M. Heidegger’de köklere bağlılık (ortsverbundenheit) kavramının tahlili. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (8), 64-72.

3 Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E. ve Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Lawrence Erlbaum.