Dünya Bir İmtihan Yeri, Değer İse İnsanın Özündedir…

Dünya Bir İmtihan Yeri, Değer İse İnsanın Özündedir…

Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlunun değeri özündedir. Bedensel engellilik ise sadece bir imtihan ve aynı zamanda rahmet vesilesidir.

Zeynep Akpınar

İnsanoğlu yaratılmışların en mükemmeli ve en şereflisi olanıdır. Âlemde var olan her şey hizmetine sunulandır. İnsanın Allah katındaki değeri iman, ibadet, salih amel, takva ve güzel ahlakı nispetindedir. Allah insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fiziki yapılarına, renklerine, ırklarına veya cinsiyetlerine bakmamaktadır.

Allah (c.c.) tüm insanları aynı şekilde yaratmamıştır. İnsanların çoğu sağlıklı bir şekilde dünyaya gelirken, bazıları da “engelli/özürlü” olarak doğmaktadır. Bazı kimseler de sağlıklı bir şekilde doğmakla beraber, hayatının sonraki bir döneminde değişik sebeplerle, bu tür bir durumla karşılaşabilmektedir.

İnsan bu dünyaya ebedi bir saadeti kazanma hedefiyle gönderilmiştir. İmtihan yeri olma sebebiyle bu dünyada her şey hikmet perdesi altında seyrini almıştır.

Bu âlemde acıyla tatlı, iyiyle kötü, hayırla şer iç içedir. İnsanın sahip olduğu veya olamadığı her şey bir imtihan vesilesidir. Fiziki güzellik bir imtihan vesilesi olduğu gibi, güzel konuşmak, güzel yazmak gibi kabiliyetler de insana imtihan için verilmiştir. Zenginlik ve fakirliği de aynı şekilde değerlendirebiliriz.

KUR’ÂN-I KERÎM VE ENGELLİLER

Kur’an’da dünya veya ahiret hayatında, çoğunlukla mecâzî anlamda olmakla birlikte; görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile çeşitli hastalıklardan söz edilmektedir. Hakiki anlamdaki engellilik, benzetme, dinî görevlerde ruhsat bildirme, tedavi etme veya değer verme bağlamında geçmektedir. Allah Teâlâ “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.”[1] buyurmuştur.

Yazımızın girişinde de değindiğimiz gibi; yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Onları  imân, salih amel, güzel ahlak, ibadet ve itaatleri veya inkâr, şirk, nifak, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir. İnsanın değerinin kalp ibresinde olduğunu şu ayetten anlayabiliriz: “Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır”[2]

İnsanın başına gelen her türlü musibet sabır ve rızayla karşılanması durumunda mümin için manevi bir kazanç kapısına dönüşür. Kalbi imani olgunluğa kavuşmuş her mümin bilir ki, kâinatta hikmetsiz bir hareket ve iş olmadığını bilir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Mümin bir kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü isabet etse, hatta ayağına bir diken batsa bile, bunlar müminin bir kısım günahlarına kefaret olur.”[3]

PEYGAMBER’İN ENGELLİLERLE OLAN İLETİŞİMİ

Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Resulü, hiçbir engelliyi “kör, sağır, dilsiz, topal” gibi vasıflarla nitelendirmemiştir. Efendimiz görme ya da fiziki bir engeli bulunan sahâbîlerle hep içli dışlı olmuş, onlarla yakından ilgilenmiş ve yapabilecekleri vazifeler için zemin hazırlamıştır.

Hz. Peygamber, insanların sahip oldukları özürlerini güçleri nispetinde verebilecekleri hizmetin önünde bir engel olarak görmemiş, onlara çeşitli kademelerde görev ve sorumluluk vermiştir. Örneğin; rahmet elçisi, bir ayağı aksayan genç dostu Muâz b. Cebel’i ehil görmüş ve   Yemen’e zekât memuru ve kadı sıfatıyla göndermiştir.[4]

Peygamberimiz (s.a.v.) engelli sahâbîlere hususi ilgi ve şefkat göstermiş ve onların durumlarına göre  topluma daha fazla fayda sağlayabilecekleri görevler vermiştir. Mus’ab b. Umeyr’i Medine’deki Müslümanlara Kur’an öğretmekle görevlendirmiş, Bilal-i Habeşi ile birlikte âmâ olan Abdullah b Ümmi Mektûm’u Mescid-i Nebevi’nin müezzinliğine tayin etmiştir.

Efendimiz’in (s.a.v.) bazı bedenî kusurları olan ve çölde yaşayan Zâhir isminde bir sahabîsi vardı. Zâhir güzel meyve ve çiçeklerden getirip Resûlullah’a (s.a.v.) hediye ederdi. Resûlullah da şehrin güzel ve hoş şeylerinden ona hediye verirdi. Bundan dolayı O’na: “Zâhir bizim bâdiyemiz, biz de onun şehriyiz”[5] derdi.

Peygamberimiz’in (s.a.v.) engelli kimselere, rahatsız edecek bir şekilde uzun bir süre bakmamak gerektiğini de bildirmesi “üsve-İ hasene”[6] olan ahlakının bir parçasıdır.

[post-refarans id=”8783″ taraf=”sol”]

ENGELLİLERE YARDIM ETMEK İBADETTİR

“Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir.”[7] buyurmuştur.

Resûlullah insanların sadece insanlığa yardım değil sakat bir hayvana bile gösterdikleri şefkat ve yaptıkları hizmetle ecir ve sevap kazanacaklarını bildirmiştir.

Hz. Peygamber onlara zarar vermenin, eziyet etmenin, dalga geçmenin, görmeyen birini yoldan saptırmak gibi eylemlerin de Allah tarafından lanetlendiğini  bildirmiştir.

Ayrıca bütün engellilerin diğer insanların sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin tamamına sahip oldukların bildirmiştir.

Her yönüyle bizler için “üsve-i hasene” yani ideal bir model olan Hz. Peygamber’in engellilere yönelik engin öğretisi, bu bağlamda kuracağımız ilişkilerde bizlere yol gösterici olmuştur.

“Allah sizin ne bedenlerinize ne biçimlerinize bakar fakat o sizin yüreklerinize bakar.”[8] hadisinden yardım etmenin bir İslam medeniyetini inşa etmek anlamına geldiğini çıkarırız. İslam insanın bedeninden çok yüreğinin önemsendiği bir gönül medeniyetidir.

“Bedene değil kalbe, akla ve liyakate bakmak” prensibini inşa etmek ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Resûlü, âmâ (kör) bir sahâbîyi ziyaret etmek istediğinde “Beni, şu iyi gören adama (basîr) götürün”[9] demiştir. Burada görmenin sadece göz ile olmadığını dolayısıyla kalbin de görebileceğine dikkat çekmiştir.

KULA DÜŞEN ŞÜKRETMEK, ŞİKÂYET ETMEMEKTİR

İlahî irade ve takdir sonucu başa gelenler karşısında, engelliye düşen sabretmek, gücü nispetinde sorumlu olduğu bilinciyle hayatını sürdürmek ve sınavı kazanmaya gayret etmektir. Çevresindekilere düşen ise ona maddi ve manevi anlamda ona destek olmaktır.

Şüphesiz İlahî adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorumludur.[10]

Yaratıcı, şükredenleri ve sabredenleri ayırt etmek üzere gerek verdiği nimetlerle ve gerekse vermedikleriyle kullarını sınar. Bunun bir imtihan olduğuna inanan mümin, kendisine nimet verildiğine şükretmek, imtihana çekildiğinde ise sabretmek suretiyle iki durumda da sınavı kazanma imkânına sahiptir.[11]

ENGELLİLERE YÖNELİK HİZMETLER

Engellilere yönelik, irşat ve tebliğ çalışmaları IGMG’nin hizmetlerindendir. Bu çerçevede, görme engelliler için başta Kur’ân-ı Kerîm öğretimi olmak üzere, dinî bilgilerin verildiği öğrenimler ve hafızlık çalışmalarının yapıldığı bilinmektedir. Yine bilhassa yeni yapılan IGMG camilerindeki  dinî ve sosyal mekânların mimari tasarımlarında giriş ve çıkışlar engellilere göre yapılmış, eski camilerde de onarıma gidilmiştir. Engellilere yönelik özel bir  refakatçı ekibiyle umre ziyaretleri de yapılmaktadır.

ENGELLİLER RAHMET VESİLESİ

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin bir şiirinde şöyle bir dize geçmektedir:

“Harâbât ehline hor bakma Defineye mâlik virâneler var”

Dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen veya engelli pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok daha değerlidir ve bazı insanlar onların hürmetine birtakım musibetlerden korunmaktadır.

Hz. Peygamber’in buyurduğu çok önemli bir mesaj vardır: “Şayet Allah’tan korkan gençleriniz, can taşıyan hayvanlarınız ve beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı.”[12]

Cennet yürekliler hürmetine rahmetini üzerimizde daim kıl Allah’ım…

[1] Tîn suresi, 95:4

[2] Hucurât suresi, 49:13

[3] Müslim

[4] Buhârî

[5] Kettânî, II, 165-166

[6] Ahzâb suresi, 33:21

[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/168-169

[8] Müslim

[9] Beyhakî, Sünen, X, 199

[10] Bakara suresi, 3:286

[11] Müslim

[12] Taberânî, el-Evsat, 7/134