Yorgun Yüreklere Ramazan Rahmeti

Yorgun Yüreklere Ramazan Rahmeti

Oruç tutarken kendimizi tutarız. Sadece ağzımızı ve midemizi değil gözümüzü, kulağımızı ve nefsimizi de tutar, sınırlar ve disipline ederiz.

Habip Yazıcı

Beklendik misafirler vardır hayatımızda. Gelişlerini özlem ve hasretle bekleriz. Ya da korku ve çaresizlikle. “Ah bir gelse”, “az kaldı az”, “bugün yarın gelir” ya da “şafak saymaya başladık”, “bekliyoruz…”, “eyvah eyvah…” gibi ifadelerle dökeriz duygularımızı kelimelere.

Bir de beklenmedik misafirler vardır. Çat kapı gelirler. Ya da biz öyle sanırız. “Ansızın geliverdi”, “hiç hesapta yoktu” ya da “ne olduğunu anlamadık” gibi anlamsız reflekslerle karşılarız misafiri. Bir şok etkisi yaratırlar bizde. En şok edici “ölüm”dür. Ya da çok büyük heyecan. “Nereden çıktı bu böyle”, “gözlerime inanmıyorum” gibi cümleler dökülür dillerimizden.

İşte böylesi bir misafiri karşıladık bu yılda. Geleceği belli ama belli ki unutulmuş. Geleceği biliniyor ama belli ki hasreti gönüllere düşmemiş. Ya da geleceği belli ve sevdalıları yollarda, gözleri ufuklarda, kulakları ulaklarda… Ramazandan bahsediyorum. Ramazan-ı şeriften.

RAMAZAN TAM ANLAMIYLA BİR “TANRI MİSAFİRİ”

Beylik cümleler edip itibar katmaya çalışmak değil niyetim. Buna ne benim ne de kelimelerin gücü yeter. Misafirimizin itibarı kendinden menkul. Ya da daha doğru ifade ile “Sahibi’nden”. O tam anlamıyla bir “Tanrı misafiri!” Rabbimizin her yıl yenilemek için ruhlarımıza ve bedenlerimize üfürdüğü “ruh”. Bir yıl boyunca alışkanlıkların baskısı altında kalıp kendisi olmaya yabancılaşan, sıratı müstakim üzere yol tutmuşken patinaj yapan, yoldan sapan ve belki de kaza yapan ruhlarımızın ihtiyaç duyduğu ilahi bir nefha!

İtibarı sahibine nisbetle alî bir iklim. İçerisinde hiçbir çelişki ve şüphe barındırmayan mübarek, kerim ve mübin Kur’an’ın nazil olduğu rahmet ayı.

Kadri Kur’an’la tespit edilmiş, içerisinde sayısız salih amel imkânı barındıran bin aydan daha hayırlı “Kadir Gecesi” ile taçlandırılmış bir arınma vesilesi.  Sabah namazıyla başlayan ve gece namazıyla mühürlenen vakit şuurunun teravih ile kulluk ve taatin ikrarına dönüşmüş müstesna hâli.

Her namazda okunan Fatiha ve surelere eklenen Yasinler, hatimler, mukabeleler… Kur’an’la olan hayati ilişkimizi yeniden fark edip okumalarımızı artırıp, tecvid ve tertile riayet ettiğimiz; ezberlerimize en azından bir ayet ya da bir sure eklediğimiz azık toplama günleri.

ORUÇ TUTARKEN KENDİMİZİ TUTARIZ

Ramazan olurda Peygamber olmaz mı? Yunus’ça ifade ile “Muhammed dünyaya dindir imandır.” Bize ramazandan haber veren, bize kulluğu öğreten, bize Allah’ı dinini ve gaybı bildiren Peygamberimiz olmadan nasıl ramazan olur. Teravihlerde mükemmel bir uyum içerisinde bir bestekâr titizliğinde hep bir ağızdan getirdiğimiz salavatı şerifelerle minnetimizi arz ederiz yüce Resule. Namazları onun kıldığı gibi kılar, orucu onun tuttuğu gibi tutarız. Ya sadece açlıksa oruçtan payımıza düşen? Bu duygu ile sarılırız onun tavsiyelerine. Oruç tutarken kendimizi tutarız. Sadece ağzımızı ve midemizi değil gözümüzü, kulağımızı ve nefsimizi de tutar, sınırlar ve disipline ederiz.

AKŞAM İFTAR EDEBİLECEĞİNİ BİLMEK ŞÜKÜR SEBEBİDİR

Akşam iftar vakti olunca sofrası yiyeceklere dolacak bizim için, iftar edebileceğini bilmek kendi başına şükrü eda edilemeyecek bir nimet değil midir? Ya iftar edemeyenler! Yiyecek bir şeyi olmadığı için üç gündür oruç tutan yaşlı bir teyzenin kendisini ziyarete gelen yardım gönüllüsüne “üç gündür oruç tutuyorum. Yiyecek hiçbir şeyim yok. Dün gece Rabbime şikâyette bulundum. Şayet yarın bana birşeyler göndermezsen bir daha senin için oruç tutmayacağım dedim.” yakarışında gizli “açlığın” sırrı.

BİZİM İÇİN SUSUZ KALMAK NE KADAR TERBİYE EDİCİ OLABİLİR?

Sahi bizim onlardan neyimiz fazla? Ya da onların bizden neleri eksik? Temiz suya musluğunu açarak ulaşabilen ve suyu yaldızlı cam bardaklardan içen bizim için susuz kalmak ne kadar terbiye edici olabilir ki? Sahi nedir susuzluk? Bizim tanımadığımız bir duygu daha. Susuzluğu kilometrelerce yolu su getirmek için giden ve bir su birikintisinden kabını dolduran kardeşlerimiz bilirler.  En uç örneği ise açlık ve susuzluktan takati kalmamış, yüzüne konan sinekleri kovmaktan aciz, az ötesinde ölmesini bekleyen akbabanın varlığını bile tehdit olarak fark etmeyen Afrikalı çocuğun fotoğrafında belirginleşir yüreklerimizde. Kan içimize akarken göz yaşı olur düşer gözlerimizden.

Ramazanda iftar sofraları kurulur. “Samanyolunda”! Efendimizin duasıdır: “Sofralarınızda oruçlular iftar etsin!” Dolar sofralar oruçlularla. Dualar, dualar. Aminler karışır dualara ve mühürler her bir duayı yüreklere, zihinlere ve Rabbin merhametine!

PANDEMİ ORUÇLUYA İFTAR ETTİRMEYE ENGEL DEĞİL

Pandemi dönemi oruçluya iftar ettirmenin önünde bir engel değil. Annemize, babamıza, oğlumuza, kızımıza açalım sofralarımızı. Onlar da oruçlu. İkramlarımızda aşırıya kaçmayıp ölçülü olalım. “Bazen iftar edecek hurma da bulamazdık” itirafı, sahabe ikliminde iftar sofrasının tek katığının su ve hurma olduğunu anlatmaya yeter de artar bile.

Sofralarımıza bir tabak da iftar edemeyen kardeşlerimiz için koyalım. Onlar için ramazan ayı boyunca tasarruf edip Kadir Gecesi’nde ya da bayram öncesinde infak edelim. Kârlı yatırım yapmak isteyen bir tüccar gibi. Ramazan her hasenenin 2,5,7,100 kat daha fazla karşılanacağı bir bereket ayıdır. Bu şuurla kendimizi ramazan rahmet nehrinin 30 günlük kayıtlı akıntısına bırakalım. Akıntıya karşı yüzmeyelim. Bırakalım başı rahmet ortası mağfiret olan bu rahmet nehri bizim cehennemden azad olup cennete varmamıza vesile olsun.

“Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere girin cennete.” Ramazanı şerifiniz mübarek olsun!