Her Kaçış Başladığı Yerde Biter

Her Kaçış Başladığı Yerde Biter

İnsan fıtratına içgüdüsel olarak hayatta kalma isteği kodlanmıştır. Fakat bir tehditle karşı karşıya geldiğimizde savaşmamız gerekmektedir. Savaşacak, yüzleşecek gücümüz yoksa -ya da olmadığını hissediyorsak- gerçekliğimizden kaçarız.

Dr. Gökhan Arslantürk

Kaçtığınızı kaçarken yorulursanız mı fark ediyorsunuz? Eğer kaçmayı bıraktığınızda savaşacağınız şey daha yorucuysa muhtemelen fark etmiyorsunuz. Fark etmemelisiniz. Fark ederseniz kaçamazsınız. Savaşmak boynunuzun borcu hâline gelir. Gelgelelim savaşabilecek olsaydınız zaten kaçıyor olmazdınız. Bu, durursa düşeceğini bildiği için koşmayı bırakamamak gibi bir his. Yahut gözlerini kapadığında var olmaya devam ettiğini bildiği şeylerin varlığından değil, var olduklarını görmekten kaçmak için gözlerini kapatmak. Çocukça gibi ama değil.

İnsan fıtratında gömülü doğduğu bu ikilemle hayata tutunur. Ölmek için can atan insanların dahi derinlerinde var olan yaşama içgüdüsü insanın hayatta kalmaya, yaşamını sürdürmeye kodlanmış tabiatının mütevazı bir görünümü sadece. Sahip olduğumuz oldukça temel, otomatik, fizyolojik bir reaksiyon olan “savaş ya da kaç” tepkisi bir tehditle karşı karşıya olduğumuzda ya da stres verici, gergin bir durumda vücudumuzun ihtiyaç duyduğumuz gücü üretmeye yönelik çalışmasını ifade eder. Zira her iki seçenek de -savaşmak da kaçmak da- enerji gerektirir. Bu ikisi arasındaki seçim de muhtemeldir ki tehdit edenin gücü nispetinde üstesinden gelip gelemeyeceğimize dair bilgimize dayalı gelişir. Yeterince güç ile kaçar, daha çok güç ile savaşırız belki. Savaşmak ya da kaçmak arasındaki ikilem sadece sinir sisteminin bir etkinliğinden ibaret değildir. Aynı zamanda iradi ya da otomatik, bilişsel bir sürecin ürünü olarak, zihnimizde barındırdığımız ve benliğimizi tehdit eden olaylar, düşünceler, yaşantılar karşısında da böyle bir kararımız vardır. Savaşacak, yüzleşecek gücümüz yoksa -ya da olmadığını hissediyorsak- gerçekliğimizden kaçarız.

UYKUYLA  KAÇIŞ

Kaçmak bazen çok uyumakla olur. Bedenin rutin uyku ihtiyacının çok ötesinde, yataktan çıkmamacasına uyuma isteği hasıl olur. Burada uykusuzluk çekmekten ziyade bir zamanı ileri sarma biçimi olarak uyumaya sığınmak söz konusudur. “Uyuyayım da şu canımı yakan, tahammülümü aşan şeyler olup bitiversin” gibi bir düşünce ile yahut uyanık iken yüzleşmek zorunda olduklarımıza karşılık yüzleşecek zihinsel takatimizin olmaması şeklinde tariflenebilir. Bazıları o kadar şiddetli olmasa da sabahları yataktan çıkmada isteksizlik ya da uyanmada güçlük çekmenin bir nedeni de bu kaçış olabilir zira insanın uyanmak için bir nedeni olsa gerekir. Bazen de uykuyla kaçış gergin bir uykusuzlukla son bulur. Zihniniz size “dur bakalım, bu sorunları çözmeden hiçbir yere kaçamazsın” der. Geceler boyu, bazıları sabahlara değin türlü meseleleri evirip çevirirsiniz zihninizde. Aklınıza gelmemesi gereken her şey, şimdiye kadar kaçtığınız ne varsa kuyruğa girer sizi uykusuz bırakmak için.

[post-refarans id=”21986″ taraf=”sol”]

HAYALLE KAÇIŞ

Kaçmak bazen hayal kurmakla olur.  Gerçekle bağlantılı ya da tamamıyla kurgusal sahneler ya da fanteziler oluşturarak gerçekten uzaklaşmak sık rastlanılan bir kaçıştır. Kendi zihni ve hayal gücünü kullanarak kendi zihniyle başa çıkmak, bir savaşı tarif ediyor gibi görünse de yumuşak bir kaçıştır. Günün uyanık geçen zamanında pek çok an ya da pek çok anı bu şekilde savuşturulur. Farklı ihtimaller ve farklı senaryolarla pek çok duygu deneyimlenir, gerçekliğin yerine “bilinçli gerçeklikler” ikame edilir.

BAĞIMLILIKLA KAÇIŞ

Kaçmak bazen bağımlılıklara saplanır. Gerçeğe direnecek gücü olmayanın gerçekten kaçmak için sığındıklarına da direnmesi kolay değildir. Madde bağımlılıklarından diğer davranışsal bağımlılıklara uzanan geniş yelpazede acıyı dindiren, dikkati dağıtan, haz veren ya da unutturan her ne ise ona doymak, ondan geri dönmek, yeniden gerçekle yüzleşmek zaten başta sahip olmadığımız gücü gerektirir. Bu nedenle buraya yapılan kaçışların hüsrana dönüşmesi daha muhtemeldir. En hafifinden geceler boyu oynanan bilgisayar oyunları dahi bir yaşam alışkanlığı ya da kişisel hobiler zümresinde algılansa da esasında sanal olana, yani gerçek olmayana doğru meyil çok açıktır. Zamanın nasıl geçtiği bilinmeden saatlerce başından kalkmadan oynanan oyunlar ya da sosyal medyada videoları kaydırarak geçen süre ile zamanı ileri sarmak için uykudan medet ummak arasında büyük farklar yoktur.

MİZAHLA KAÇIŞ

Diğerlerinden biraz ayrı bir yere düşen bir kaçma biçimi ise mizahtır. Mizah bazen sadece bir kaçıştır. Bu sıradan bir kaçış değildir, daha zorludur. Zekâ gerektirir zira sadece kişinin kendinden değil diğerlerinden de gizlenmeyi başarabilen bir kaçıştır. Pek çok veçhi vardır. Mizahla kendinden kaçan kişi çok ciddi meseleleri ciddiyetten uzaklaştırmaya, önemsizleştirmeye uğraşır mesela. Günün sonunda bu bir alışkanlık hâline gelir, çünkü gelmezse her seferinde bunun için uğraşmak daha çok güç gerektirir. Çünkü mizah, ciddiyete savaş açmaktır. Mizah bazen sarkastik bir görünüme bürünür. Kendini çevreden, insani ilişkilerden de ayrıştırır. Bazen sorun bu ilişkiler ağındadır. Öyleyse kişi, bu ağın bir parçası olmadığını kendine kanıtlamalıdır. Bazen mizah kendine gülmeyi öğretmek içindir. Mutlu değil o nedenle gülmüyor demektense gülüyor, güldürüyor, demek ki mutlu ve demek ki eğleniyor demek içindir. Her mizahi çaba, her espri yapan kişi kaçıyor diyemeyiz. Bu dahi başlı başına mizahla kaçışı diğer kaçışlara göre daha profesyonel bir kategoriye dahil eder.

Ve daha birçok yolla, birçok şekilde… Bazen daha çok çalışarak, kendine kendini dinleyecek vakit tanımamak için, bazen çok şey satın alarak, sahip olamadıklarını daha çok şeye sahip olarak telafi edebilmek için, kimi zaman sadece sürekli yiyerek kaçar eldeki en kolay haz ile zihnini avutmak için… Kimin neden kaçtığını, neye ne kadar gücü yettiğini bilmeden kaçmanın kötü olduğunu ileri sürmek de kaçmanın tüm biçimlerinin zararlı olduğunu düşünmek de kaçtığına geri döndürmek de bir parça haddi aşmaktan başka bir şey değildir. Ancak denilebilir ki kaçarken var olan tek hakikat kaçıyor olmaktır. Bir başka ifadeyle kaçarken insanın kendi olması, kendini gerçekleştirmesi oldukça zordur. Sağlıklı olmayan tüm kaçış biçimleri sağlıklı baş etme kapasitesine evrilebilir yahut yüzleşmek için gerekli güç, profesyonel bir yardım ile mümkün olabilir. Bir sonu olmayan her kaçış, bir hedef için atılmamış bir ok gibidir. Hedefe saplanmazsa toprağa saplanır.

İnsanın normali sıfır kaygı ile hayatını sürdürmek de değildir, var oluş amacı ya da vücudunun doğal tepkileri mutlu olmaya hedefli de değildir. Sadi Şirazî’ye atfedilen bir tanımla insanı “bir damla kan, bin endişe” olarak tarifleriz. İnsan bedeni onu hayatta tutmaya dönük çalışır, dolayısıyla bazen kaygı hayatta kalmanız için, bazen tehlikelere karşı hazırlıklı olmanız için, bazen de işleri doğru düzgün yapabilmeniz için vardır. Kaygı bozukluğu dediğimiz durum bu işlevsel sistemin bizim denetimimizi aşıp bize hükmetmeye başlaması sürecidir. Dolayısıyla bundan kurtulmak için temel arzumuzu kaygısız olmak ve hiç dertsiz bir hayat ile daimî bir mutluluk olarak belirlemek, çözümü kaçışta aramanın olası sebeplerinden biridir. Oysaki aranacak olan yeniden bu kaygıları bizim için işlerin düzende sürmesini sağlayacak seviyeye indirebilmek, onların hükmü altına girmemektir. Bu noktada yaşadığımız sorunun boyutuna, baş etme gücümüze, sürecin geçmişine bağlı olarak sağlıklı baş etme mekanizmalarını yerleştirmekten konuyla ilgili uzman yardımına değin uzanan çareler insan için umudun hep olduğunu işaret eder. İnsan için umut hep vardır zira insan için insan vardır. Bunun olmaması mümkün değildir, çok çok henüz bulunamamıştır.