İhtiyaç Mı? İstek Mi?

İhtiyaç Mı? İstek Mi?

Anlatacağım hikâyede bol miktarda mizah olsa da gerçeklerden çok uzak değil sanki. Ortalama hayatlarımızın bu şekilde geçtiğini inkâr edemeyiz.

Yusuf Yeşilkaya

Üniversitede okurken Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramını anlatmışlardı. Önce fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçlar geliyor. Nefes alma, yeme-içme, sağlık, uyku gibi. Ardından güvenlik, sevgi, ait olma, özsaygı, özgüven, başarı geliyor. Ve zirve noktası kendini gerçekleştirme. Erdemli, ön yargısız, problem çözücü, hakikati kabul eder diyor.

Üniversiteyi tamamlayıp çalışma hayatına başladığımızda hem gelir düzeyinden kaynaklı hem de mesleki konumla ilgili olarak yeni ihtiyaçlarımız ortaya çıktı. Öğrenci iken idare ettiğimiz evimiz ve eşyalar, çok demode geldi gözümüze. Önce oturduğumuz evi değiştirdik sonra yeni eşyalar aldık. Ardından gardırobumuza bir el attık. El attık dediysem ufak bir dokunuş yapmadık. Neredeyse baştan aşağıya yeniledik. Market alışverişlerimiz de “level” atladı.

“El ÂLEM NE DER?”

Evlendiğimiz zaman birçok yeni ihtiyaç hâsıl oldu. Evlenmek zaten başlı başına bir problem. Söz, nişan, düğün derken belimiz büküldü. Altını akçesi ayrı bir dert, evi eşyası ayrı bir dert. Düğün dernek, davetli, gelinlik, damatlık, salon derken gırtlağa kadar borç içinde kurulan bir yuva. “Bunu almasak olmaz mı?” veya “bunu yapmasak olmaz mı?” denildiğinde cevap hazır. “El âlem ne der sonra?”   Harbiden ya… El âlemin diline düşmek vardı işin sonunda. Neyse el âlemin diline sakız olmadan toparladık işi. Nasıl olsa borç yiğidin kamçısı… Çalış babam çalış… Hem insan çalışmadan olur mu? Eşini çoluğunu çocuğunu namerde muhtaç eder mi? Olmaz tabi dedik ve gücümüzün son damlasına kadar çalıştık.

NEYİ TAM OLARAK YAŞADIK?

Düğün borcu bitti. Çok şükür rahatladık derken “bir arabamız olsun” için çalışmaya başladık. Bir arabamız oldu ama eski modeldi. Evet, ayaklarımızı yerden kesiyordu ama eskiydi canım. Ha gayret dedik ve yeni bir araba aldık borç harç. Hem borçsuz bir şey alınmıyor ki! Borç olunca insan çalışıyor, ödüyor işte. İyi de çocuklar büyümeden bir evimiz olsun istiyoruz. Çok mu abartıyoruz? Hayır canım, elbette abartmıyoruz. Şöyle kutu gibi olmasın, biraz ferah olsun istiyoruz. İstiyoruz. Elde avuçta ne varsa ortaya koyuyoruz. Ardından uçan kuşa borcumuz olsa da bir evimiz oluyor. İyi de şimdi yeni eve eski eşyalar oldu mu hiç? Ya canım olmadı ben de biliyorum ama onun da zamanı var. Hele şu evin borcunu hafifletelim önce. Birlikte gider en güzelini alırız. Evet evin borcu bitti sıra yeni eşyaların borcunu ödemeye geldi. Neyse ki, taksit yapıyorlar… Taksitler de olmasa ne yapardık? Zaten hayatı taksit taksit yaşamıyor muyuz? Neyi tam olarak yaşadık ki ayrıca? Hadi söylenme lütfen. Daha çocukların okul ihtiyaçları, çocuk odaları yenilenecek unutma! Nasıl unuturum çocuk odasını? Onu da öderiz taksit taksit.

“BİRAZ DA ÇOCUKLARIN TAKSİTİNİ ÖDERİZ”

Bu arada biz çalışıp taksitleri ödemekle meşgul iken çocuklar okulu bitirdiler. Eşim söyledi, akşama kızımıza dünür gelecekmiş. Hadi hayırlısı olsun bakalım. Oğlanın da var herhalde bir görüştüğü kız ama çaktırmıyor kerata! Kokusu çıkar yakında. Hele önce şu kızı bir baş göz edelim de oğlana da sıra gelir elbette. Kendi düğünümüzde ne yaptıysak hem kızın hem oğlanın düğününde aynısı olacak. Hem çocuklarımız niçin eksik kalsınlar ki? El âleme söz söyletmeye gerek yok. En güzel şekliyle olacak. Ayrıca bütün çalışmamız çabamız, kazancımız çocuklarımızın geleceği için değil mi? Onlar için çalışmıyor muyuz? Benim güzel kızım, yakışıklı oğlum bir tanedir. Her şeyin en güzelini hak ediyorlar. Biraz da onların taksitlerini öderiz.

GÜNLER NASIL DA HIZLI GEÇİYOR…

Günler nasıl da hızla geçiyor. Eşim söyledi, anneanne – dede oluyormuşuz. Şimdi kızımızın çocuğuna beşik yatak, yeni doğan bebek kıyafetleri alacağız. Hem de en güzelinden. Evlat tatlı oluyor evet ama torun sevgisi de bir başkaymış canım. Hele bir dede deyişi var, ömre bedel yahu! Hanım, o sana dede demiyor, de-de diye heceleme yapıyor diyor. Ben biliyorum, torunum önce bana dede dediği için kıskançlık yapıyor. Neyse canım biraz büyüsün, ona da anneanne der nasıl olsa.

İşyerinde muhasebeden aradılar, bu sene emekli olabiliyormuşum. Ben de dilekçeyi verdim emekli olacağım artık. Emekli ikramiyesi ile hacca gitmeye karar verdim. Hac da ha deyince çıkmıyor ki! Olmadı önce umreye gideriz. Hac, umre deyince aklıma geldi. O kutsal topraklara en yaşlı gidenler bizim insanlarımızmış. Acaba yaşlanıp bir ayağımız aksayınca, ölümlü olduğumuzu o zaman mı hatırlıyoruz? Dünyanın her yerinden genç genç hacılar geliyormuş ama biz yaşlanmadan oralara gitmeyi akıl mı edemiyoruz yoksa ihtiyaç mı duymuyoruz bilemedim.

MİLLETİN AĞZINA LAF VERMEME GAYRETİ…

Allah kabul etsin, eşimle beraber umreye gittik geldik. Oralardan da epey bir şeyler aldık, oğlana geline, torunlara komşulara. Oraya gidince boş durmadık, boş vakitlerde bol bol alışveriş merkezlerini gezdik. Teknoloji bizden ucuz, bu gerçek yani. Adamlar Kâbe’nin hemen yanına büyük büyük avm’ler yapmışlar. Kâbe’yi ziyaret ettikten hemen sonra mağazalara gidiyorduk, akşam otele gelene kadar geziyorduk, bol bol alışveriş imkânımız oldu şükür. Gerçi Medine’de çok gezecek bir yer yoktu ama olsun oradan da incik boncuk aldık. Tesbih takke aldık bol bol. Gelen giden misafirlere ikram ettik. İkramsız olmaz canım. Sonra milletin ağzına laf vermek yakışık almaz yani.

Geçen gün öğle namazından çıktıktan sonra bir genç geldi yanıma. Bizim üniversiteden arkadaş Hasan’ın küçük oğlanmış. Fakülteyi bitirmiş, yüksek lisans yapıyormuş. Efendi delikanlı maşallah. O beni tanıdı. Hâl hatır sordu. Ne diyeyim… Artık dilimize dolanmış: “Emaneti gezdiriyoruz yavrum.” dedim. Ama öyle değil mi? Bundan sonra bizimki camiden eve, evden camiye. Allah iman zenginliği versin, bir ayağımız çukurda artık.

BOL MİKTARDA MİZAH

Anlattığım hikâyede bol miktarda mizah olsa da gerçeklerden çok uzak değil sanki. Ortalama hayatlarımızın bu şekilde geçtiğini inkâr edemeyiz. Yaşadığımız hayatlar birbirine çok benziyor. Ama yaşanılası hayatlar böyle değil. El âlem ne der uğruna gençliğimizi, hayatımızı heba ediyoruz. Unutmayalım ki, “el âlem ne der” sözü kadar duvarları yüksek bir hapishane yoktur.

Önemli bir diğer konu ise ihtiyaçlar sınırsız değildir. Sınırsız olan ihtiyaçlar değildir. Sınırsız olan isteklerdir. Ardı arkası kesilmeyen isteklerin sınırı yoktur. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde gösterdiği gibi ihtiyaçların bir sınırı vardır. Ama nefsimizin, arzularımızın, heveslerimizin gerçekten bir sonu yok. İhtiyaç mı istek mi? Bu ayrımı iyi yapmak lazım!

yusufyesilkaya@gmail.com