İnsanın Üç Zindanı: Tahakküm, Temellük ve Teveccüh

İnsanın Üç Zindanı: Tahakküm, Temellük ve Teveccüh

İnsanlık tarihi, farklı evrelerden geçmiştir. Sosyolog ve antropologlar, insanın avcı toplayıcı toplumdan bugünkü neoliberal küresel düzene kadar birçok evreden geçtiğini belirtmektedir.

Ademin çocukları, bulundukları dönemin şartlarından özgür değildirler. Müslümanların hikmet literatüründe mevcut olan “İbnu’l Vakt” mefhumu, tam olarak bunu açıklamaktadır. Herbir fert, yaşadığı dönemin coğrafi, dinî, politik, ekonomik ve sosyal koşullarından etkilenmektedir. Dolayısıyla, günümüz Türkçesiyle insanların neredeyse yekününa “zamanın çocuğu” diyebiliriz. Elbette nadirattan da olsa, zamanına teslim olmayan “Ebu’l Vakt”ler vardır. Onlar, ilmi ve irfanıyla vakte hükmeden mertebeye yükselmiş kamillerdir.

Zaman ve mekân elbisesinden soyarak insanı ele aldığımızda, heva ve hevesinden kaynaklı zaafları sebebiyle kendisine zindanlar inşa ettiğini görmekteyiz. Adeta kendi elleriyle duvarlarını inşa ettiği, kapıyı üzerine çekip sürgülediği zindanlardır bunlar. Özellikle üç tanesi vardır ki, bu zindanlardan kurtulmak için büyük bir bilinç sıçramasına ve şuur derinliğine ihtiyaç duyar.

İlki tahakküm arzusudur. Yani hükmetme isteği. Eskiler bunu “Riyaset” hevesi diye nitelemişlerdir. Bu öyle bir arzudur ki, tarih boyunca büyük katliam ve cinayetlere sebebiyet vermiştir. Sadece siyasi arenada vuku bulan bir maraz olmakla kalmaz, şahsi ilişkilerimizi ve aile hayatımızı da menfi olarak etkiler. İnsanlar, karşılıklı ilişkilerinde sevgi ve hürmet temelli değil, hükmetme merkezli hareket ederler. Kendi kanaat ve arzularını muhataplarına dayatırlar. Tahakküm hastalığının yol açtığı en önemli ruhsal hastalıklardan birisi de empati yoksunluğudur. Kendi nefsimizin kabullenemeyeceği hususların, başkalarına reva görülmesidir.

Diğer zindanımız olan temellük arzusu, bir şeyi kendine mal etme, yani mülk edinme isteğidir. Bu öyle sonu gelmez bir ihtirastır ki, Peygamberimiz (s.a.v.) ifadesiyle “İnsan oğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhârî, Rikak 10). Ve bu öyle bir yanılsamadır ki, kendisini kiracısı olduğu evin sahibi gibi hisseden kişinin ahmaklığına benzemektedir. İnsanlar, ihtiyaç duyduklarının ötesindeki eşyaları kendine yük edinmekte ve oyalanmaktadır. Bu durumu Yunus; “Mal sahibi mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi, Mal da yalan mülk de yalan, Var gel biraz da sen oyalan.” şiiriyle özetlemiştir.

Son olarak ise teveccüh beklentisine esir olmak, yani başkaları tarafından hoşlanılma arzusudur. Bu da bizi kendimiz olmaktan çıkaran ve başkalarının beğenilerine köle kılan bir husustur. Çevremize kendimizi beğendirmek ile geçireceğimiz bir ömür, Allah’ın bize bahşettiği ömrü boş yere harcamak anlamına gelecektir. Çevremizin kanaat ve iltifatlarına yönelik esaretten kurtulmanın yolu, rızası aranacak ve yaranılacak tek varlığın Allah olduğu şuuruna ermektir.