Son Kalemiz Ailemiz
Her medeniyetin hatta her neslin yaşadığı bir coğrafya olduğu gibi bir de yaşadığı zaman vardır. Yaşadığımız coğrafyayı seçmek elimizde olsa da yaşadığımız zamanı seçme imkânımız bulunmuyor.
- AİLE
- 13 Eylül 2024
Yusuf Yeşilkaya
Bu zamanlara bazen dönem bazen asır diyebiliyoruz. Örneğin Peygamberimizin (s.a.v) yaşadığı döneme Asr-ı Saadet dönemi diyoruz. Hangi coğrafyada ve hangi zaman diliminde yaşıyor olursak olalım, bize düşen Rabbimizin rızasına uygun bir hayat sürmek ve emaneti sağlam olarak sahibine teslim etmektir.
Bizim Zamanımızda
Yaş alan her nesil, kendisinden sonra gelenlere, kendi dönemini anlatmak için “bizim zamanımızda…” diyerek söze başlıyor. Doğru olan, yaşadığımız zamanı unutmadan ve fakat içinde yaşadığımız vaktin de gereklerini yerine getirerek yaşayabilmektir. Konu ile ilgili Hz. Ali (r.a.)’ın çok güzel bir uyarısı var: “Çocuklarınızı sizin zamanınıza göre değil, onların yaşadığı zamanın gereklerine göre eğitimini sağlayınız.” Bizim yaşadığımız dönemde internet, cep telefonu, tablet, sosyal medya olmayabilir. Lakin çocuklarımıza da bunu yasaklamak yerine doğru ve etkili kullanmayı öğretebilmeliyiz.
Peki, orta yaş üzeri bir insan kendi yaşadığı dönemin özelliklerini anlatmak isterse ve cümleye “bizim zamanımızda …” diye başlarsa ne söyleyebilir bakalım:
– Bizim zamanımızda gündüzleri evimizin kapısı tüm gün açık olurdu, geceleyin ise kapılarımızı kilitleme gereği duymazdık.
– Bizim zamanımızda misafirliğe gitmek için randevu almaya gerek duymazdık.
– Bizim zamanımızda ocakta pişen her yemekten mutlaka komşulara ikram edilirdi.
– Bizim zamanımızda komşu demek akrabadan daha yakın demekti. Her şeyimizi güvenebilirdik.
– Bizim zamanımızda okulda şayet öğretmen bize vuracak olursa asla evdekilere söyleyemezdik. Olur da söyleyecek olursak bir de evdekiler döverdi.
– Bizim zamanımızda çelik çomak oynardık, saklambaç oynardık. Yağ satardık bal satardık ama birbirimizi satmazdık.
– Bizim zamanımızda fakirin yanında malımızdan mülkümüzden söz etmezdik. Hastanın yanında sağlığımızdan konuşmazdık. Çocuksuzun yanında evladımızdan bahsetmezdik. Rabbimizin bize bahşettiği nimetleri, bir övünç meselesi yapmazdık. “Mülk Allah’ındır” derken samimi idik.
– Bizim zamanımızda toplumda bir otokontrol vardı. Boşanma bu kadar yaygın değildi. Sokakta uygunsuz davranış içinde olanları, herkes uyarabilirdi.
– Bizim zamanımızda zina yapmak övünülecek bir şey değil, utanılacak, çekinilecek bir günah idi.
– Bizim zamanımızda kulun, hem kula hem de diğer mahlûkata karşı merhameti vardı.
– …
Daha çok sayıp listeyi uzatabiliriz. Sayılan özelliklerin bir kısmı hoşumuza gitse bile çoğunluğu için nostalji gibi düşünüyoruz. Hatta günümüz için uygulanma imkânı asla bulunmaz diyoruz. Peki, ne oldu da hoşumuza giden bu güzellikler için günümüzde yaşanmaz, yaşanamaz diyoruz?
Bu Güzellikler Neden Bugün Yaşanamıyor?
Bizim zamanımızda diye saydığımız hususların her birinde; dürüstlük, doğruluk, güvenirlik, sadakat, cömertlik, empati ve sahiplenme kavramları ön plana çıkıyor. Yani bizi biz yapan değerlerimizden söz ediyoruz. Kaybolan, kaybettirilen, bilinçli olarak yok edilen değerlerimizden söz ediyoruz. Bize ne oldu da kaybettik bu güzelim değerlerimizi? Arif Nihat Asya’nın: “Bize bir nazar oldu/ Cumamız Pazar oldu / Ne olduysa hep bize azar, azar oldu.” dizelerinde ifade ettiği gibi bize gerçekten bir şeyler oldu. Yoksa mevzu sadece komşunun küçücük evine gidip siyah beyaz ekranın karşısında otuz kişi bir filmi aynı duygularla izlemek değildi.
Asıl soruya gelirsek; bizi biz yapan değerlerimizin toplumda egemen olması için her bir bireye bu değerleri kim verecek ve nasıl verilecek? Hemen aklımıza eğitim sistemi geliyor. Öğretmen geliyor. Ama unutmayalım ki, okul çağına kadar kişiliğin büyük bir bölümü şekillenmiş oluyor. Yani bu işi, okulda öğretmen yapsın diye beklersek, treni kaçırmış oluruz. Kim yapacak o zaman? Elbette aile yapacak!
Birçok eğitimci, bireyin kişiliği için ana rahmine düşme zamanını işaret ediyor. Ancak bu bilgi eksik. Ana rahmine düşmeden önce başlıyor süreç. Nasıl bir anne baba adayı? Helal ya da haram yollardan kurulan bir ilişki mi? Haramın, helalin, ev olmanın yuva kurmanın farkında olan veya olmayan bir çift mi… Çocuğun dünyaya gözünü açtığı ailenin iklimi nasıl… Allah rızasını gözeten ya da gözetmeyen bir ebeveyn mi… Çok mu fark eder? Elbette çok fark eder. Bu öyle bir fark ki, olmakla olmamak kadar önemli bir farktır. İşte tam da bu fark yüzünden ailemizle uğraşıyorlar. Aile kavramının içini boşaltıyorlar.
Son Kalemizdir Aile
Toplumun temel yapısını ilmek ilmek aile işliyor. Bizi biz yapan değerlerimizi aile ortamında işliyoruz çocuklarımıza. Kişiliğin temeli aile ortamında atılıyor. Helal dört liranın, haram beş liradan daha bereketli ve kıymetli olduğu şuuru, ilk önce aile ortamında verilir. Merhamet kavramı, Rahmet Peygamberi ile birlikte ele alınır aile ortamında. Rabbimize verdiğimiz söz, önce ailede öğretilir. Sadakat kavramı, Hz Ebubekir (r.a.) anılmadan anlatılmaz mesela. Dürüstlük, doğruluk, adalet çocuk yaşta aşılanır. Hz. Ömer’in (r.a.) cesareti anlatılırken onun asıl kimliğini adalet oluşturduğu mutlaka vurgulanır. Edeb ve hayânın, Hz. Osman’da (r.a.) ete kemiğe büründüğü ama bütün Müslümanların olmazsa olmazı olduğu işlenir. Hz. Ali’nin (r.a.) cesareti kadar ilmi de öğretilir. Hz. Hatice validemizin eşine sonsuz desteği, Hz. Aişe validemizin ilme açlığı, Müslüman kadın ve erkeklere örnek olarak gösterilir. Ailenin maddi unsurlarının yanı sıra manevi çeperleri örülür. Örülür ki, ilk fırtınada dağılıp savrulmasın.
Önce Ailede Sonra Çevrede Eğitim
Her birimiz birey olarak çok kıymetli olabiliriz. Araştıran, öğrenen, iyilik ve doğruluk için çaba harcayan insanlar olabiliriz. Ama bütün bunlar önce aile ortamında verilir. Çünkü aile ortamında verilen eğitim, yaparak yaşayarak verilen eğitimdir. İşte bu yüzden kıymetlidir. Olumlu ya da olumsuz, her ne verildiyse aile ocağında alınan eğitim, öylesine kıymetlidir ki… “Yedisinde ne ise yetmişinde de odur” sözü buradan gelmektedir.
Değerlerimize karşı olan, değerlerimizi yok etmek isteyenler, işte bu nedenle aile kurumunu hedef almaktadırlar. Çünkü biliyorlar ki, aileyi çökertmeden değerlerimizi çökertemezler. Aile çökerse, sadece evlilikler yıkılmaz. Evliler boşanır. Evlilikler yozlaşır. Yuva kurmak zorlaşır. Gençler evlilikten kaçmaya, sorumluluktan uzaklaşmaya başlar. Zinanın adı flört, çıplaklığın adı moda, ahlaksızlığın adı trend, yolsuzluğun adı fırsat, saygısızlığın adı bireysellik, cehaletin adı ukalalık olur. Olur da olur.
Sahi “bizim zamanımızda…” diye söze başlayan büyüklerimiz, sizden öncekiler sizi görselerdi… Ne derlerdi acaba?