Mü’minin Kalitesi İki Şeyde Ortaya Çıkar

Mü’minin Kalitesi İki Şeyde Ortaya Çıkar

“Kurtuluşa eren mü’minler… namuslarını koruyanlardır.” (Mü’minûn, 23/5; Me‘âric, 70/29)

“İhtiyaçlarına rağmen diğer insanları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 59/9)

İnsan, “esfal-i sâfilîn” ile “ahsen-i takvîm” arasında bir varlıktır (Tîn, 95/4-5). Onun nerede bulunduğunu belirleyen hazlarını, duygularını, eylemlerini kendine yakışacak şekilde gerçekleştirip gerçekleştirememesidir.

İnsanlık, başkasına saygıda ortaya çıkan erdem, Müslümanlık başkası ile paylaşabilmenin ve hazlarını meşruiyetle sınırlandırabilmenin davranışlarda somutlaştığı inançtır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Yâ rabbi! Senden hidayet, takvâ ve iffet diliyorum” (Ahmed b. Hanbel, I, 389, 439) hadisi de bu gerçekliği tanımlar. Takva, kötülükten arınıp iyiliği merkeze almak, iffet de kendisini helal ile sınırlandırmak anlamına gelir.

Müslümanın din ile ilişkisindeki kalitesini bir başka ifade ile dindarlık derecesini belirleyen iki duruşundan birisi hazlarını ve ihtiyaçlarını meşru sınırlar içinde karşılamasıdır. İnsanı diğer canlılardan ve inanç gruplarından ayıran da bu özelliğidir.

Canlıyı yönlendiren hevâ’sıdır. Hevâ ise nefsânî arzu ve eğilimlerdir. İnsana saygınlığını kazandıran, varlıklar içinde onurunu koruyan, tercihlerini meşruiyet ölçüleri içinde kullanması ve hevasına hükmedebilmesidir. Hevânın insana hükmetmesi onun özgürlüğünü kaybetmesi bir başka ifade ile onun kölesine dönüşmesi anlamına gelir (Furkân, 25/45; Câsiye, 45/23).
Müslümanlığın kalitesini gösteren ikinci ölçüt ise eldeki imkanları, kendisi dışındaki ihtiyaç sahipleri ile paylaşabilmektir. İslam’ın insani özü de budur. Nitekim Hz. Peygamber ahirete göçtükten sonra dinden dönme olaylarının esas sebebi zekâttan kaçınma isteğidir. Halife Hz. Ebû Bekir’in kararlı duruşu ile bu olaylar kontrol altına alınmış ve asayiş sağlanmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.), “zekât imanın kat‘î delilidir” buyurmuştur (Müslim, “Tahâret”, 1).

Kur’ân-ı Kerîm, İslam toplumlarında ortaya çıkabilecek münafıkları anlamanın en kestirme yolunun iki şeyde olduğuna işaret etmiştir:

Birincisi, namazı hakkıyla kılıp kılımamak

İkincisi, zekâtı gönül hoşnutluğu ile verip vermemektir (bk. Tevbe, 9/5, 11).

Paylaşmanın da dindarlık kalitesine işaret eden üç derecesi vardır: Kişinin, eldeki imkânlarının yarısından azını hayır yolunda kullanmasına “sehâvet”; çoğunu kullanmasına “cûd”; tamamını başkasına vermesine ise “îsâr” denilmektedir. Bu konunun da en güzel örneği Medine’li ensarın Mekke’li muhacirleri evlerine ve mallarına ortak edip yüksek bir cömertlik örneği göstermeleridir (Haşr, 59/9).

Mü’minleri zekat dışında infaka motive eden en önemli hususlardan birisinin yapılan harcamaların “Allah’a borç vermek” olarak tanımlanmasıdır. Buna göre Allah yolunda yapılan harcamaların, yapılan hayırların karşılığı kat kat Allah Te‘âlâ tarafından ödeneceği için (Bakara, 2/261-274) ona borç verilmiş gibidir (Bakara, 2/245…). Ayrıca Allah Te‘âlâ hayır olarak harcananın yerine geçecek başka bir nimet (halef) verecektir (Sebe’, 34/39).

Burada mü’minin dindarlık kalitesine işaret eden önemli bir husus da herhangi bir beklenti içinde olmadan sırf emri yerine getirmek üzere “Yâ Rabbi! Sen ver dedin verdim” diyebilmektir.

Bu iki nokta mü’minin hem kendisine hem de çevresine güven veren özelliğini ortaya çıkaracağından sosyal bir dinamizme de sahiptir.
En doğrusunu Allah bilir.