İyileştirerek İyileşmek

İyileştirerek İyileşmek

Karşılıksız yapılan iyiliğin temelinde Rabbimizin Rahman sıfatı vardır. İman edene, etmeyene, insana, hayvana, kurda kuşa, yarattığı her şeye rızkını veren O değil mi? İyileştirirken iyileşmek için, imkânlarımızın sahibi değil; emanetçisi olduğu bilinci ile hareket etmek ve her şeyin asıl sahibini unutmamak gerekiyor.

Yusuf Yeşilkaya

İyileşmek nedir diye sözlüğe baktığımda, “Hastalıktan kurtulmak, sağlığı yerine gelmek; salah bulmak” olarak tanımlanmış olduğunu gördüm. Bunun için de sözlüğe bakılır mı demeyin. Adım gibi eminim dediğimiz kelimelerin öyle farklı anlamları ile karşılaşıyoruz ki, kıymetli okurlarımızla yanlış ifadeler paylaşmamak için sağlamcı olmakta yarar gözüküyor.

İYİLEŞMEK

Aslında iyileşmenin tanımı doğru da biz anlamı daraltıyoruz. Şöyle ki, hastalıktan kurtulmak, sağlığına kavuşmak ifadesini çoğunlukla beden sağlığı ile özdeşleştiriyoruz. Oysa modern çağ insanının derdi, bedenden ziyade ruh sağlığı ile ilgilidir. “Zengin ama mutsuz, var ama şükürsüz, sıkılır ama konuşmaz, dertli ama söylemez, bilir ama yapmaz” örneklerinde olduğu gibi. Cüzdanı ağzına kadar dolduran insan, ruhunu hep aç bırakır. Aç kalan ruh, sürekli aranır. 

“İNSAN NEDEN İYİ DEĞİLDİR?”

“Nasılsın?” Sorusuna, ya ağız alışkanlığı olarak “iyiyim” cevabı verilir. Bazen de gerçekçi olup “iyi değilim” denir. Her iki halde de iyi olmayan beden değildir. Tıbbî olarak hiçbir hastalık semptomu olmayan insanlar, neden iyi değiller? Tıp, bu kadar gelişmişken, sıfır hata ölçüm yapan modern cihazlar kullanılırken, en bilgili hekimler varken, bütün imkânlar seferber edilirken… İnsan, neden iyi değildir?

İyi değildir, insanoğlu. Çünkü her şeyin mükemmel olmasını ister. En özel nimetlerde bile bir kusur arar. Eleştirecek bir yön, mutlaka bulunur. Az ile yetinmesini bilmez insan. Küçük şeyler, mutlu olmak için yetmez bu sebepten. İlla ki, pastanın tamamı bizim olacak. Bir dilim kesmez bu nedenle. En çok benim olsun, en büyük benim olsun, hep benim olsun. 

AİLE | 25 Ekim 2024 Yanlış Üslup, Doğru Sözün Celladıdır

AZI DA ÇOĞU DA KİM VERİYOR?

Hırs kalbe yerleşince, şükür kapıdan giremez. Şükür kaybolunca, çok olan az olur. Her şey az olur. Her şeyi eksik gören insan, bir süre sonra kendini hep eksik görür. Çok olanı az, var olanı yok görür. Azı da çoğu da kimin verdiğini unutur. Neden verdiğini, neden aldığını unutur. Sonra inkâr etmeye başlar. Nankör olur yani.  Allah muhafaza!

Dünyanın bin bir hâli var. İnsanın her hâli bir hâl olmaz elbette. Düşmek var, sendelemek var, kalkmak var, kalkamamak var. Ama her hâlükârda kalkmak için çaba sarf etmek lazım. Çünkü derdi verenin mutlaka bir çare vereceğine de inanmak lazım. İşte o çare için cüz’i irademizle biraz çaba sarf etmek, çözüm aramak, uğraş vermek lazım. Çabamız, bulunan çözümü anlamlı ve kıymetli hâle getirir. 

ÇABA ŞART!

Kış mevsimlerinde hemen hepimiz, soğuk algınlığı nedeniyle hasta oluruz. Yorgan döşek, bir üşür bir terleriz. İşte bu basit olarak nitelediğimiz, soğuk algınlığından kurtulmak için bile çaba sarf etmemiz gerek. Dinlenmek,  bol sıvı tüketmek, ilaç almak, belki terlemek iyileşmek için çözüm olabilir. Belki bunları yapmaz isek yine iyileşebiliriz. Ama iyileşme süresi uzayabilir. Ayrıca hastalığın bazı izleri kalıcı olabilir. Çaba şart yani.

Moralimiz bozulduğunda ne yaparız? Neşemizi yerine getirmesini umduğumuz şeylere sarılırız. Arkadaşlarımızla buluşuruz mesela. Dışarı çıkarız, gezip dolaşırız. İmkânımız varsa alışveriş terapisi yaparız. Ağlarız, güleriz, içimize atarız, gerçeklerle yüzleşiriz. Olmadı, profesyonel yardım alırız. Ama illa ki, bir şeyler yaparız. O yarayı sarmamız lazım. O kuyudan çıkmamız lazım. Ya tek başımıza kendi çabamızla çıkacağız. Ya da bir destek alarak çıkacağız. Aslında o kuyudan çıkmaya istekli oluş, kuyudan çıkmayı isteme hâli bile, güzel bir çabadır. Çünkü kuyuya düştüğünde, durumu kabullenip “bu zaten benim kaderim” diye karalar bağlamak, tabir caiz ise kendi üzerine beton dökmek, yenilmişliğe, çözümsüzlüğe noter onayı vermektir. 

“İNSAN, İNSANIN YURDUDUR”

Modern zamanlar diye nitelediğimiz günümüzde, iyileşmek için kısıtlı çözümler sunulurken; kadim medeniyetimize baktığımızda çok fazla alternatif bulabiliyoruz. Modern zamanlarda, insan insanın kurdu” olarak ifade edilirken; kadim medeniyetimizde “insan, insanın yurdudur”. İnsanı iyileştiren, yine insandır. Şifa Allah’tandır ama şifayı yine bir insan eliyle verir kuluna. Tıbbi hastalıklarda hekimi vesile kılan Allah, borçlu halde varlıklı bir insanı, dertli halde iken derdi dinleyen ve halden anlayan bir insanı, âşık halde iken maşuk olan bir insanı vesile kılar. 

İMECE USÛLÜ

Dertli olan, insan. Derde çözüm olarak vesile olan insan. Adına, sıfatına, konumuna biz farklı farklı isimler koysak da her bir vesile yine insandır. İyileşen insan. Vesile olarak iyileştiren insan… Hasta olan, sıkıntılı olan iyileşiyor da iyileştiren ne yapıyor. İyileştirenin durumu nedir?  Asıl soru bu aslında. İyileştirenin durumu ne oluyor? İşin en güzel yanı burada. Çünkü iyileştiren, iyileştirirken iyileşiyor. Birincisi “bugün bana, yarın sana” diye bir sözümüz var. Yani bugün benim derdim var, sen bana yardım ediyorsun. Yarın senin derdin olur, ben sana yardımcı olurum. İmece mantığı yani. 

YARDIM EDERKEN GECE GİBİ OLMAK

Karşılıklı yardımlaşmak, elbette çok güzel. Ama yardımlaşmanın en güzel yanı, yardımlaşmanın Nirvanası, karşılıksız yardım etmektir. Daha özel ifadeyle, karşılık beklemeden iyilik etmektir. İyilik etmek ve yaptığı iyiliği unutmak. Yardım ederken gece gibi olmak. Kimse görmeden yapmak, sağ elinin verdiğini sol eli görmemecesine! Ve hiçbir zaman başa kakmamacasına! İşte yardım böyle olduğunda, hem yapanı hem yapılanı iyileştiriyor. Aksi takdirde iyilik yapılan iyileşir gibi olsa da iyilik yapan iyileşmiyor. 

İyilik yapmak için kalbinde sevgi olmalı insanın. Rabbini sevmeli, kendini sevmeli, insanı sevmeli, hayvanı sevmeli, doğayı sevmeli. Şairin dediği gibi: “Sevmeyene adam mı derim ben?” Sevmek, Rabbimizin kalbimizde yeşerttiği müthiş bir nimettir. Sevgiye, iyilik eklenince merhamete dönüşüyor. Merhametin iyileştirici gücü çok yüksek.