Gurebâhâne-i Laklakan: Leyleklerin Sessiz Âhı

Gurebâhâne-i Laklakan: Leyleklerin Sessiz Âhı

Ahmet Haşim bir kitabında eski Fransız Başkonsolosu Gregoire Baille’nin evinin bahçesinde kurduğu düşkün leylekler yurdunu anlatır. Bu leyleklerin hikâyesi insan eliyle yapılan iyiliklerin yankısı gibi gelir bana . Ve işte, Gurebâhâne-i Laklakan, bu iyiliğin ve kadim şefkatin en güzel örneklerinden biridir.

İlhan Bilgü

Sizi bilmem ama ben Ahmet Haşim’in Gurebâhâne-i Laklakan (Düşkün Leylekler Yurdu) isimli kitabını okuduğumda farklı inançlarda ve farklı bir dünya gürüşüne sahip olsalar da aynı kültür ortamında yetişen insanların aynı hissiyatla hayat sürdüklerine nasıl bir anlam verebileceğimi düşünmüşümdür. Biliyorsunuz ki, Ahmet Haşim’in Gurebâhâne-i Laklakan’ı aslında emekli olduktan sonra Bursa’da yaşayan Fransız Başkonsolosu Gregoire Baille’nin evinin bahçesindeki bir bölümdür. Bir zamanlar konsolos da şimdi yaralı ve gariban leylekler gibi bir hayat sürmektedir. Baille’nin bahçesindeki bölüme adını Baille vermiştir,

Fakat, durumu Ahmet Haşim’e anlatırken “İşte gurebâhâne-i laklakan! / düşkün leylekler yurdu” der. Sonra da şöyle devam eder: “Biliniz ki bahçemin bu köşesi hakikat şeklini almış kendi hayalimdir. Bu harap üç odayla onları çeviren bu bahçe köşesinde ömrümün bu songünleri sükunet ve hayaller içinde geçiyor.  Fırsat buldukça buraya sığınırım. Eşim bile bana burada arkadaşlık etmez. Bu inziva köşesinde arkadaşlarım yalnız sakat ve ihtiyar biriki leylektir.”

KANADI KIRIK LEYLEKLERE, BUNAMIŞ KARGALARA, KÖR VEYA SAĞIR BAYKUŞLARA BAKMAK

Şimdi bakalım bu Fransız Başkonsolosu’nun aklına gariban, düşmüş ve yaralı leylekleri barındırmak, onlara yiyecek vermek nereden gelmiş acaba diyebilirsiniz. Onu yine bize Ahmet Haşim aktarıyor:

“Bilmem Bursa’yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar (Ayakkabıcılar) çarşısının ortasında bir meydan var. Bu meydan sakatbazı hayvanların darülacezesidir. Kanadı veya bacağı kırık leyleklere, bunamış kargalara, kör veya sağır baykuşlara burada halkın sadakasıyla bakılır. Haffaf esnafının aylıkla tuttuğu, belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar elden ayaktan düşmüş bir ihtiyar; toplanan sadaka parasıyla hergün işkembe alır, temizler; parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.”

Gregoire Baille, Bursa şehri ile kendisini öylesine özdeşleştirmiş ki, ömrünün bu son yıllarında yaralı ve yardıma muhtaç hâle gelmiş leyleklere bakmayı vazife saymış. Haffaflar çarşısındaki leyleklerin bir iki tanesini bahçesine alıp, o çarşıdaki aynen leylekler gibi yaşının yanı sıra garip bir haldeki dede gibi bakmaya başlamış.

Gregoire Baille, bu yaşlı hâlinde bahçesinde yaralı leyleklere bakmasının sebebini ise şöyle anlatıyor: “Ben de artık bir ihtiyar kuştan farklı mıyım? Bu köşe onlar ve benim için gurebâhânedir.Son günlerimizi burada birlikte yaşayıp bitireceğiz. Onun için binaya “gurebâhâne-i laklakan” ismini verdim.”

Ahmet Haşim bu yaşlı adamın hâlini onaylarcasına karşılaştığı manzarayı bize şöyle aktarıyor: “Gerçekten kanatları kırık bir leylek, beyaz elbiseler giyinmiş bir hasta gibi, uzakta, ağaçların arasında üzgün üzgün dolaşıyor ve ikide bir dallar veya yapraklar arasında görünen mavi ve özgür sema parçalarına kırmızı yuvarlak gözleriyle durup bakıyordu.”

YARALI BİR LEYLEK GARİPLİĞİ TEMSİL EDER

Ben bu kitabı baştan sona okuduğumda hemen hemen herkesin yaralı bir leylek misali garipliği yaşadığını nice zaman sonra ancak anlayabildim. Olsun, her ne kadar, Ahmet Haşim bize garipliği anlatırken kelimelerini saklamayı tercih etse de duygulandırmaktan da uzak durmamış. Leyleğin beyaz tüylerini hastalara giydirilen beyaz elbiseye, yani saf ve temiz hissiyata, leyleklerin hareketsizliğini garipliğe, leyleklerin sakin sakin ama asilane duruşlarını da üzüntülerine yormuş. Ben ne zaman bu hikayeyi okusam, garibanlara gösterilen şefkatin gönlümü ısıttığını hissederim.

Ahmet Haşim, leyleklerin sakinliği ve sessizliğiyle büyülenmiş, tabiatın içindeki küçük ama derin anlamların altını bu sade ifadeleri ile çizmiş. Hikayede öylesine güzellik, öylesine saflık, ama o güzellik ve gariplik içinde de bir dinginlik var.

NEDEN KANADI KIRIK MI? KANADININ NEDEN KIRILDIĞI MI?

Bu leyleklerin hikâyesi insan eliyle yapılan iyiliklerin yankısı gibi gelir bana . Ve işte, Gurebâhâne-i Laklakan, bu iyiliğin ve kadim şefkatin en güzel örneklerinden biridir.

Bu vesile ile kanadı kırık leyleği bırakmadan, sadece kanadı kırılmış bu leylekleri değil, kalbi insanlığa kırılmış Gazzeli ve Suriyeli çocukları düşünmek de gerekiyor. Nasıl geldilerse öyle gitsin demek bize göre değil. Leyleğin kanadının nasıl kırıldığını sorgulamadan, kanadı kırılmasaymış demek bize göre olmadığına göre, nasıl geldilerse öyle gitsinler diyemeyiz.

Bizim aslolan, uzaklardan gelen misafirlere yer açabilen, yaralı kanatları iyileştirme ve sessizlerin feryadını yankılandırma çabasında bir yürek sahibi olmak değil midir?