Önyargı Utandırınca Güzeldir!

Önyargı Utandırınca Güzeldir!

Beynimizin daha önceki tecrübeleri kaydederek hızlı karar verebilmek adına işleyişi nedeniyle hepimiz önyargılıyız. Peki önyargılarımızı nasıl yönetmeliyiz?

Tuba Çapkın

Beynimiz gün içerisinde binlerce defa karar vermek zorundadır. Yaptığımız her hareket hissettiğimiz her duygu, beyinde gerçekleşen bir karar sonucu meydana gelmiştir. Bu kararları beynimiz kimi zaman daha önce edindiği tecrübelere göre alır. Bazen de kendine ait olmayan, toplumsal tecrübelere göre. Her karar bir yargıdır. Asla durmayan organımız olan beynin aynı zamanda hızlı olması da bir başka özelliğidir.

Beyin; algılama, karar verme, harekete geçme üçlüsünü zamana karşı yarış hâlinde gerçekleştirir. Bu sebepten ötürü olabildiğince az karar vermek için, beyinde önden karar verme mekanizması vardır. Bunu bir dolabın irili ufaklı çekmeceleri gibi hayal edebiliriz. Yeni tanıştığımız bir insan hakkında edindiğimiz ilk izlenim için onu mevcut çekmecelerden birine yerleştirmemize yeterli olacaktır. Bu aşamadan sonra o kişide var olduğunu düşündüğümüz her özellik “önyargıdır”. Bu aşamaya kadar olan süreç tamamen beyin ile alakalıdır. Bu sebeple önyargısız olmak mümkün mü sorusuna: “Hayır!”, olarak cevap verebiliriz.

Önyargılarımızın farkında olalım

Peki o hâlde ne yapabiliriz? İlk yapmamız gereken önyargılarımızın farkında olmaktır. Beynimin karşımdaki insan veya topluluğu bir çekmeceye yerleştirdiğinin bilincinde olmaktır. Bunun bilincinde olduğumuz an, yargımızda değişime hazır olduğumuz andır. İkinci adımda o insan veya toplumu tanıma fırsatını kendimize vermemiz. Ne kadar çok temas ve iletişimde bulunursak o kadar çok yargı yerini bilgiye bırakır. Önyargının kırılıp yerini tanımaya ve anlamaya bıraktığı anı her birimiz defalarca yaşamamışızdır. Biraz şaşkınlık, biraz utanma, çokça da sevinç takip eder bu duyguyu.

Genellemeden uzak duralım

Önyargılarımızla mücadelede üçüncü ve son adım olarak genellemeden uzak durulması önemlidir. Bunu ne kadar iyi başarırsak, beynimizin çekmeceleri o kadar küçülecektir. Bu da “Türkler şöyle, Karadenizliler böyle, Zonguldaklılar…..” (kendi üzerimden örnek veriyorum kimse alınmasın) genellemelerini önlemekte faydalı olur.

Son olarak sizlerle kendi başımdan geçen, beni utandıran bir önyargımı paylaşmak istiyorum. Almanya’da Müslümanlar olarak son yıllarda hiç olmadığı kadar ırkçı saldırıya maruz kaldığımız bir gerçek. Elin silah şeklinde yapılıp kafama “bam bam bam” yapılması iki defa geldi başıma, sözlü saldırılardan bahsetmiyorum bile. Bir gün bir markette, ekmek reyonunda, ekmeğini kestirmiş bir adam duruyor, ben de ekmek aldım ve adam kesme makinesinin önünde durup onu engellediği için “işinin bitip bitmediğini” soruyorum. Adam yüzüme bakarak aşırı bir gülümseme takınıyor. Gülümsenin aşırı ve yersiz olması bir yana soruma da cevap alamayınca ön tecrübe ve yargılarım ile kafamda iki ihtimal canlanıyor “ya Almanca bilmiyor, beni anlamadı” yada “yine bir ırkçı tavır ile karşı karşıyayım”. Endişemi belli ettirmeden kesme makinesini elim ile işaret ediyorum ve aynı anda sorumu tekrarlıyorum. Adam aşırı gülümsemesine devam ederek kulağını işaret ederek duyamadığını belirtiyor.

Yanıldığımı anladığımda, onun hakkındaki önyargılı düşüncemden dolayı çok utandım. Endişemin yersiz çıkmasına sevinemedim. Ama iyi ki ikinci kez sordum, iyi ki anlamaya çalıştım.

Muhtemelen hayatımda tanıma fırsatını kaçırdığım durumlar daha fazladır. Ama o gün o adama karşı kırılan önyargım bana bir dil kazandırdı. Belki hayatım boyunca kullanamayacağım ama farklılıkların engel olmadığını hatırlatan işaret dilim. Önyargı utandırınca güzeldir.