Hayat

Ma’rûfu Emretme ve Emir Yetkisinin Özellikleri

Her bir Müslüman, hayır ile ma’rûfun, şer ile münkerin ince ayrımına sahip olmadığı gibi, emir ile ricanın, rica ile arzın, arz ile duanın arasındaki farkı da takdir edemez. Bu iş, yani emir ve nehiy, teorisiyle ve pratiğiyle uzmanlık gerektirir.
Doç. Dr. Salih Aydın
10 Aralık 2020
Unutmamak gerekir ki, “emretmek” demek, arz etmek, rica etmek şeklinde bir talep değil, baskı ve yaptırım içerecek şekilde buyurmaktır.

El emru bi’l ma’rûf ve nehyu ani’l munker. Ahlaki, ailevi ve siyasi yönleriyle sosyal huzurun teminatı olarak inzal buyrulan bu ilke Türkçeye, “iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak” olarak çevrilmektedir. Aslında, iyiliği emretme diye çevrilen “ma’rûf olanı emretme” ifadesi, büyük “hayra davet” etme sistemi içerisinde çok özel bir yeri olan ve sıkı şartları bulunan sistematik bir ilkedir. Bunun içindir ki, emir ile, davet, öğüt, nasihat birbirine karıştırılmamalıdır.

Bu ilke gereği, iyiliği yani ma’rûfu, sadece emretme konumunda yaratılanlar (ümm-aile) veya emretme konumuna çıkarılanlar (imam-ümmet) emredebilir. Ayetin beyanıyla “ma’rûf”u emredecekler aile ve “içimizden çıkarılan ümmet” bu yetkiye istinaden, “ma’rûf”u emrederler.

Ma’rûf, aklın ve fıtratın güzel gördüğü, evrensel anlamda iyi addedilen ve toplumun kahir ekseriyetine göre yasalaştırılmış şeyler olduğuna göre emredilecek olan şeyler bunlardır. Bunları da ancak yetki sahipleri emrederler.

Unutmamak gerekir ki, “emretmek” demek, arz etmek, rica etmek şeklinde bir talep değil, baskı ve yaptırım içerecek şekilde buyurmaktır. Nehyetmek de sıradan bir hatırlatma, uyarma, önerme vs. değil, engel olma ve yasaklamaktır. Ki bu konum, bir ehliyet, liyakat ve kudret gerektirir. Her akıllı Müslüman münkere ve şerre karşı bir tavır koyacaktır. Fakat bu tavır, yasak koyma ve o yasağı cebren uygulatma şeklinde değildir.

Zira her bir Müslüman, hayır ile ma’rûfun, şer ile münkerin ince ayrımına sahip olmadığı gibi, emir ile ricanın, rica ile arzın, arz ile duanın arasındaki farkı da takdir edemez. Bu iş, yani emir ve nehiy, teorisiyle ve pratiğiyle uzmanlık gerektirir. Münker de, her “şer” değil, herkesin şer olduğunda ittifak ettiği, çirkin görülen, doğal olarak yadırganan, akıllı ve insaflı hiçbir kimsenin kabul edemeyeceği kötülüktür.

Genel manada hayra davet edilmekle birlikte, emredilecek olan şey sadece ma’rûf olan şeydir. Herkesin gücü ve kazancı oranında vergi vermesi, evrensel kabul görmüş kullar arası hukuka taalluk eden ve ma’rûf olan bir hayırdır. Bunun gibi, insanlar arasındaki hak ve vecibelerle alakalı ma’rûf bir hayrı, herkes değil, sadece özel görevliler emredebilirler.

Emirvâri Müdahale İyiliği Emr Değil, Kavga Sebebi Olu

Meselâ, pazarda görülen yanlış işlere dikte edercesine, emirvâri müdahale etmeye kalkmak iyiliği emir değil, kavga sebebidir. Bu şartlarda ve bu eda ile emr-i bi’l ma’rûfu zabıta yapar. Bu nedenle ma’rûf ve münker, belirli kişilere, mezheplere, meşreplere, bölgelere göre hayır ve şer olan değil, akl-ı selim ve adl-i insâf ile düşünen herkes için geçerli olandır.

İşte hayra davet etme içerisinde özel bir uygulama olan ma’rûfu emretme ve münkeri yasaklama, Hanefî ve Mâturîdî gelenekte, kişisel icra meselesi ve her âkil, bâliğ Müslüman’ın hasbelkader uygulaması gereken bir görev olarak alınmamıştır. Mü’min bir münkeri gördüğünde kendi eliyle düzeltebiliyorsa eliyle düzeltir. Yani düzeltilmesini emretmeye kalkışamaz. Çünkü değiştirilmesini emretme görevi ve yetkisine sahip değildir.

Bu anlayışta, “âmirler” ve “ma’rûf” şeyler dışında bu yolu kullanmak hayırlı bir sonuç vermeyeceği ve huzuru sağlamayacağı gibi, iyi insanların hayatları da tehlikeye atılmış olacağı düşünülmüştür.

Tek başına ma’rûfu emretmenin yanlışlığı hususunda uyardığı İbrahim b. Sâiğ’in Ebû Müslim tarafından idam edildiği haberi kendisine ulaştığında Ebû Hanîfe’nin üzülüp ağladığı söylenir. Ebû Hanîfe, ma’rûfu emretmenin büyük bir farz olduğunu, yalnız kişi tek başına bu görevi yerine getirmeye kalkarsa hayatını tehlikeye atacağı bir vazife olacağını ifade eder. “Bu görev erdemli destekçilerden oluşan bir gruba ve onları idare edecek güvenilir bir lidere ihtiyaç duyan hüküm ve nizam işidir.” der.

İmam Mâturîdî de, Kendisinden üstte olana yapılan sözde emir, hakikatte ondan sadece bir şey istemek ve arz etmektir. der. Kendisinden aşağıda olana yönelik her emir de hakikatte bir istek değil, emretme ve yasaklama durumudur. Mâturîdî, emr-i bi’l ma’rûfun vacip olduğunu, fakat “fesat söz konusu olmadığı sürece” bunun farz kılındığını, fesat ve fitne çıkma durumu olduğunda ma’rûfun emredilmesinin ve münkerin yasaklanmasının “münker” olacağını ifade eder. Böyle bir fesat korkusu olursa terk etmenin ruhsat olduğunu ifade etmiştir.

“Ey iman edenler siz kendi nefislerinizden sorumlusunuz” ayeti bu durumda geçerlidir, demiştir. Bu ayet, emr-i bi’l ma’rûf görevini nesheden bir ayet değil, tam tersi kabul edilmez veya reddedilirse veya icrasında büyük fesat ve tehlike söz konusu olursa siz kendinizden sorumlusunuz demektir. Benzer görüş Hasan el-Basrî’den de aktarılmıştır. Bu nedenle fukaha, “el ile olan emir ve nehiy emirlere ve valilere, lisan ile olan âlimlere, kalp ile halka bırakılmıştır.” demişlerdir.

Reklam (İç Sayfa)

en çok okunanlar

Reklam

Pin It on Pinterest

Paylaş