Geçmişten Günümüze Ramazan Gelenekleri

@Shutterstock
Ramazan aylardan bir ay değil, kalpleri yumuşatan, gönülleri birbirine yaklaştıran, özel bir zaman dilimidir. Geçmişten günümüze bu mübarek ayın geleneklerine hep birlikte göz atalım.
- ARKA PLAN
- 13 Mart 2025
Habip Yazıcı
Ramazan ayı, oruç ibadetinin kişi ve toplumu sükûnet ve rikkatle bezediği, bereketin ve mağfiretin en güzel surette hayat bulduğu, bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun kıymetinin bilindiği, rahmetin sağanak olup yağdığı mübarek bir aydır. Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Binlerce yıldır, doğudan batıya, saraydan medreseye, sokaktan eve kadar her köşeye sinmiş bir kültür, bir huzur mevsimidir Ramazan. On bir ayın sultanıdır Ramazan.
Ramazan ayı, İslam dünyasında ibadet, yardımlaşma ve toplumsal dayanışmanın zirveye ulaştığı mübarek bir vakittir. Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda indirilmeye başlanması, onu diğer tüm aylardan ayrıcalıklı kılmıştır. Hadis-i şeriflerde cennetin kapılarının açıldığı, cehennemin kapılarının kapandığı, şeytanların zincire vurulduğu belirtilen bu ay, Müslümanlar için sabır, arınma ve kulluğun en derin hissedildiği bir dönemdir.
Osmanlı’da Ramazan: Bir Geleneğin İhtişamı
Osmanlı’da Ramazan, sadece çokça ibadet edilen bir ay değil, başlı başına bir medeniyetin vitriniydi. Şehirler, minarelerden yayılan mahyalarla süslenir, hanedan saraylarında ve zenginlerin evlerinde ihtiyaç sahipleri için ihtişamlı iftar sofraları kurulur, padişahlar halkın arasına tebdil-i kıyafet ederek onların halini hatırını sorardı. Ama en güzel Ramazan geleneklerinden biri, Ramazan Tenbihnameleri idi.
Her Ramazan öncesi çıkarılan bu fermanlarla, halkın edepli olması, dükkanların ve sokakların temiz tutulması, yiyecek fiyatlarına zam yapılmaması bizzat padişah tarafından emredilirdi. Devlet, bereket ayı Ramazan’da hiçbir sofranın ekmeksiz, hiçbir hanenin neşesiz kalmasına izin vermezdi. Mahalle aralarındaki iftar sofraları, zenginin fakiri gözettiği “diş kirası” geleneği ile anlam kazanır, imkânı olanlar bu ayın manevi bereketine vesile olacak ihtiyaç sahiplerine ulaşmak için her yolu denerlerdi.
Mahyalar: Minarelerden Semaya Yazılan Sözler
Osmanlı’dan günümüze gelen en büyüleyici geleneklerden biri de mahyalardır. 16. yüzyılda Sultanahmet Camii’nde başlayan bu gelenek, elektrik icat edilmeden önce bile kandillerle yazılan muhteşem yazılarla minareleri süsledi. “Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan”, “Elveda ya Şehr-i Ramazan” gibi mesajlar, gökyüzüne nakşedildi.
Ramazan Davulcuları ve Maniler
Sahurun sessizliğini bölen davul sesleri ve maniler, gecenin karanlığında sokakları bir başka aydınlatırdı. “Ramazan geldi hoş geldi, her yere bereket geldi!” diyen bir davulcunun sesi, Ramazan neşesinin ve bereketinin habercisi olurdu.
İftar Sofraları: Bolluğun ve Paylaşmanın Adresi
Ramazan’da iftar sofrası, yalnızca yemek yenen bir yer değil, muhabbetin, şükrün ve paylaşmanın merkezidir. Osmanlı’da fakir fukaranın yüzünü güldüren “diş kirası” adeti, bugün bile bazı evlerde yaşatılan bir gelenektir. Misafirler, yalnızca yemekle değil, verilen hediyelerle de ağırlanır ve uğurlanırdı.
Zimem Defterleri: Kimsenin Borçlu Kalmadığı Ay
Zenginlerin gizlice mahalle bakkallarına gidip tanımadıkları kişilerin borçlarını ödediği bir gelenek. Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi gerektiği fikrini yücelten bir medeniyetin gıpta edilesi dayanışması. Zimem Defterleri! Ramazan ayında bu defterler kapatılır, esnaf alacağını tahsil etmiş olur, borç sahibi kimin yardım ettiğini bilmeden borcundan kurtulur, veren de kime verdiğini bilmeden hayır işleyerek Ramazan ruhunu yaşardı.
Sadaka Taşları: İsimsiz Kahramanların Hayır Kapısı
Osmanlı sokaklarında sessizce yükselen taş sütunlar vardı. Verenleri de alanları da bu sütunlar kadar sessizdi. İşte bunlar, ihtiyaç sahiplerinin gece vakti gelip içine bırakılan paraları kimseye minnet etmeden alabileceği “Sadaka Taşları”ydı. Yardımlaşma, gösterişsiz ve asil bir şekilde yapılırdı.
Ramazan ve Edebiyat: Ramazâniyyeler
Ramazan, yalnızca sokakları değil, divan şairlerinin dizelerini de aydınlatmıştır. “Ramazâniyyeler” adı verilen şiirlerde, şairler oruç tutmanın hikmetlerinden, Ramazan’ın manevi coşkusundan ve toplumsal hayattaki yansımalarından bahsetmişlerdir. Enderunlu Fâzıl, Nedîm, Şeyh Galib gibi şairler, Ramazan ayının bereketini ve maneviyatını mısralarına işlemişlerdir.
Cerre Çıkmak: Taşraya Taşınan İlim ve İrfan
Osmanlı’da Ramazan ayı ilim ve irfanın tüm topluma yayıldığı bir dönemdi. Bu ayda en dikkat çeken geleneklerden biri “cerre çıkmak” idi. Medrese talebeleri, eğitim aldıkları şehirlerden Anadolu’nun dört bir yanına dağılır, köylere ve kasabalara giderek halka dini bilgiler öğretir, vaazlar verir, mukabeleler okur ve Ramazan ruhunu yayarlardı. Bu gelenek, hem ilim talebelerinin tecrübe kazanmasını sağlarken hem de halkın dini bilgilerini tazelemesine vesile olurdu. Cerre çıkan öğrencilerin tüm masrafları “Hazine-i Hassa’dan” bizzat sultan tarafından karşılanırdı.
Mukabele Geleneği: Kur’an’la Buluşma
Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Kur’an bu ayda nazil olmaya başlamış, gecelerin sultanı Kadir Gecesi Kur’an’ın inzaline ilk şahitlik eden gece olmuştur. Her ramazan ayında peygamberimiz Cebrail (a.s.) ile Kur’an’ı karşılıklı okumuş, mukabele etmiştir. Mukabele İslam medeniyetinin köklü geleneklerinden bir haline gelmiş, günümüze kadar devam etmiştir. Hafızların camilerde, evlerde veya toplu ortamlarda her gün Kur’an’dan bir cüz okuyarak cemaatin takip etmesini sağladıkları bu hatim uygulaması bugün televizyonlardan ve internet üzerinden bir ay boyunca milyonlarca insanı mukabele halkalarına toplamaktadır.
Hatimle Teravih ve Enderun Usulü Teravih
Teravih namazı, Ramazan gecelerinin vazgeçilmez ibadetidir. Osmanlı’da, özellikle Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet Camii gibi büyük camilerde, hafızlar her gece bir cüz okuyarak teravihi hatimle kıldırırdı. Bu gelenek, Ramazan’ın manevi iklimini derinleştiren en özel ibadetlerden biri olarak günümüzde bazı camilerde hâlâ devam etmektedir.
Osmanlı sarayında ise Enderun Usulü Teravih, tam bir sanat şöleni haline gelmişti. Her dört rekât, farklı bir makamla okunur, aralarda ilahiler ve salavatlarla manevi atmosfer zirveye çıkardı.
Kadir Gecesi: Bin Aydan Daha Hayırlı Gece
On bir ayın sultanı Ramazan’ın en kıymetli hediyesi, gecelerin sultanı Kadir Gecesi’dir. Kur’ân-ı Kerîm’in bu gecede indirilmeye başlaması, onu bin aydan daha hayırlı kılmıştır. Osmanlı’da “Kadir Alayı” adı verilen ihtişamlı törenlerle bu geceye ayrı bir önem verilirdi. Padişah ve devlet erkânı, büyük bir alayla Ayasofya, Süleymaniye veya Sultanahmet Camii’ne gider, dualar edilir, hatim duası yapılırdı. Günümüzde de Kadir gecelerinde camiler dolup taşmakta, mümin gönüllerden yeşeren serin ve derin dualar gök kubbeyi aşarak semalara yükselmektedir.
İtikaf: Ramazan’ın Manevi Zirvesi
Ramazan’ın son on gününde camilerde yapılan itikaf, ruhen ve bedenen bir arınma yolculuğudur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan’ın son on gününü itikafla geçirir, dünyadan tamamen uzaklaşıp sadece ibadete odaklanırdı. Osmanlı’da ise büyük camilerde ve tekkelerde bu gelenek yaşatılır, itikafa girenler sadece ibadetle meşgul olurdu.
Sonuç: Ramazan’ın Ruhu Yaşıyor mu?
Günümüzde Ramazan hâlâ Müslüman halklara farklı bir iklim ve dünya sunuyor. Hâlâ mahallelerde topluca açılan iftarlar, camilerde yankılanan mukabele sesleri, teravih namazında saf saf dizilen cemaatler var. Bugün mahyalar hâlâ minareleri süslüyor, Ramazan pidesi fırınlardan dumanı üstünde çıkıyor ve sofralar bereketini koruyor. Ramazan’ın ruhu, farklı coğrafyalarda farklı Müslüman toplulukların ürettiği farklı kültür ve geleneklerle onu yaşatan mümin gönüllerde yaşamaya devam ediyor.