Avrupa’da Müslüman Karşıtlığı: Devlet Politikalarıyla Derinleşen Bir Ayrımcılık

Avrupa’da Müslüman Karşıtlığı: Devlet Politikalarıyla Derinleşen Bir Ayrımcılık

Geçtiğimiz sayıda Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Haftaları’nın 30. yaşını kutladığını bu kapsamda binlerce etkinlik düzenlenerek ırkçılıkla mücadelenin önemine dikkat çekildiğini yazmış ve konunun sadece etkinlik düzenlemekle geçiştirilmemesini, bir ya da birkaç haftaya sınırlı kalmamasını konuya samimi ve etkin bir yaklaşım beklediğimizi yazmıştım. Tam da Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Haftaları’nın birkaç hafta sonrasında Avrupa İslamofobi ile Mücadele Topluluğu (CCIE) 2024 raporunu yayınladı.

Avrupa’da İslamofobi’nin (İslam karşıtlığı) bireysel önyargıların ötesine geçerek kurumsal bir sorun hâline geldiğine dikkat çeken rapora göre, Müslüman karşıtı vakaların %80,03’ü doğrudan hükûmet politikalarından kaynaklanıyor. Bu durum, sadece aşırı sağın değil, sözde merkez partilerin de Müslümanları hedef alan bir güvenlik ve kültürel tehdit söylemini benimsediğini gözler önüne seriyor.

Fransa’da abaya yasağıyla başlayan ayrımcı uygulamalar, bugün genç kızların kıyafetlerine kadar müdahale eden bir gözetim kültürüne dönüştü. Almanya’da ise başörtüsü yasağı, bazı eyaletlerde iş hayatında Müslüman kadınların önüne duvar örüyor. Avusturya ve İtalya’da camilere ve Müslüman okullara yönelik kontroller, dinî özgürlüklerle bağdaşmayacak bir boyuta ulaşmış durumda.

Mesele sadece bu politikaların varlığı değil; bunların kamuoyunda nasıl meşrulaştırıldığı. İslamofobi artık açıkça siyasi bir sermaye hâline gelmiş, kamu politikalarının merkezine taşınmış durumda. Bu gelişme, sadece Müslümanların değil, Avrupa demokrasisinin de geleceği açısından ciddi bir alarm niteliğinde.

CCIE raporuna göre, 2024 yılında bildirilen 1037 İslamofobik vakanın yüzde 76’sı kadınları, özellikle de başörtülüleri hedef aldı. Bu, Avrupa’da “kadın hakları” adına yürütülen İslam karşıtı söylemlerin nasıl çelişkili bir ikiyüzlülüğe dönüştüğünü de ortaya koyuyor.

ALMANYA | 20 Nisan 2025 Almanya’da Sokak Ortasında Irkçı Saldırı

Kurumsal Ayrımcılığın Yükselişi

Konuyla ilgili olarak başka raporlar ve araştırmalar da bulunuyor. Bunlardan biri de Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) 2024 raporu. Avrupa’da yaşayan her iki  Müslüman’dan birinin günlük hayatında ırkçılık veya ayrımcılıkla karşılaştığı gibi çarpıcı bir veriyi ortaya koyan bu rapora göre, Müslümanların %47’si son beş yılda ırkçı ayrımcılığa maruz kalmış; bu oran 2016’da %39 idi. Avusturya (%71), Almanya (%68) ve Finlandiya (%63) en yüksek ayrımcılık oranlarına sahip ülkeler olarak öne çıkmaktadır. ​ Bu rapora göre de özellikle başörtüsü takan genç Müslüman kadınlar, iş başvurularında %58 oranında ayrımcılığa uğramaktadır. Bu durum, dinî kimliğin iş gücü piyasasında nasıl bir engel hâline geldiğini göstermektedir.​

Avusturya’da aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) yükselişi, Müslümanlara yönelik ayrımcılığın artmasına neden olmuştur. ​İsveç’te ise camilere yönelik saldırılar ve Müslüman karşıtı söylemler artmaktadır. Bu durum, Müslüman topluluklarda korku ve güvensizlik yaratmaktadır. ​

Birleşik Krallık’ta, İslamofobiye karşı mücadele eden ve 2023-2024 yıllarında 11.000’den fazla nefret suçu ihbarı alan Tell Mama adlı kuruluşun devlet desteğinin kesilmesi, Müslüman toplulukların korunmasında önemli bir boşluk yaratmaktadır. ​

Velhasıl kelam, Irkçılık Haftaları boyunca verilen birlik ve beraberlik mesajları, resmî söylemlerle ve verilerle çelişiyor. Müslüman karşıtlığı artık münferit bireylerin değil, devletlerin politikası hâline gelmişse, bu haftalar sadece makyajdan ibaret kalır. Müslümanlar Avrupa’nın ötekisi değil, parçasıdır. Ve onların hakları da onuru da güvenliği de popülizme feda edilemez.