Çoğulculuk ve İslam (II)

Çoğulculuk ve İslam (II)

Bir önceki yazımızda çoğulculuğun demokratik yönetimin değerlerinden olduğunu vurgulamıştık. Ve kısaca çoğunluğun mutlak hakimiyetinin reddedilmesi ve azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi olduğunu, yani çoğunluğun azınlığa tahakküm kurmasına karşı olduğunu belirtmiştik. Her ne kadar plüralizm siyasetin yapısal içeriği ile ilgili olsa da, altında yatan anlam siyaset felsefesinin konusudur. Biz Müslümanları ilgilendiren alt başlıkları ise özellikle “ahlakî çoğulculuk” veya “değer çoğulculuğu”dur. Mevzunun felsefi derinliği mahdut olan bu yazımızı aşacağı için, biz pratik alandaki örneklerle yetineceğiz. 

Kabul etmeliyiz ki, çoğulculuk mefhumu modern Batı demokrasilerinin insanlığa kazandırdığı bir değerdir. Dini (mezhepsel), etnik ve ideolojik ayrışmadan çok çekmiş olan Batı, geliştirmiş olduğu bu değerle farklılıklardan kaynaklı adaletsizliklerin neden olduğu kargaşa ve kaosu dizginlemeye çalışmıştır. Mezhepsel olarak Protestan ve Katolik ayrışmanın yol açtığı kanlı çatışmalardan, ikinci dünya savaşı öncesi faşist idarelerin farklılıklara ve azınlıklara tahammülsüzlüğünün neden olduğu kıyımlardan mustarip olmuş Batı toplumları, bu acıların tekrarlanmaması için liberal değerlerden olan çoğulculuğu hayata geçirmeye çalışmışlardır. Çoğulculuğu gerçekleştirebildikleri oranda da, toplumsal barış ve istikrarı sağlamışlardır. Günümüzde yükselen milliyetçi akımlara, Batının makul entelektüelleri ve vicdan sahibi kitleleri çoğulculuğa sarılarak karşı durmaya çalışmaktadırlar.

İslam dünyası ise, tarihinde sahip olduğu din, etnik ve kültürel çeşitliliğe yönelik ne hoşgörü ne de toleransa bugün ne yazık ki sahip değildir. Hatta yakın dönemde, kendi içerisinde mevcut olan mezhepsel farklılıklardan kaynaklı tahammülsüzlüğün sebep olduğu çatışmalar, Orta Doğu’yu adeta cehenneme döndürmüştür. Özellikle Irak ve Suriye gibi ülkelerde, Sünni, Şii ve Selefi tarafların adeta birbirlerini yok saymaları ve yok etmeye çalışmaları, birçok insani trajedileri ortaya çıkarmıştır. İnsanlar öldürülmüş, şehirler yıkılmış ve kitleler göçe zorlanmıştır. Bu hatırlattığımız tespitleri okuyanların bir kısmı, yaşanan trajedilere gerekçe teşkil eden dış mihrakların varlığından söz edecektir. Elbette yaşanan facianın sebepleri arasında, birtakım uluslararası mahfillerin ismi zikredilebilir. Ancak iç mihrakları, hatta her bir bireyin içinde olan mihrakı görmezden gelirsek, mevcut durumun üstesinden gelmek imkansızdır. İçimizde olan, “ötekine” karşı hissettiğimiz duygularımız ve ön kabullerimiz, dış odakların ortalığı karıştırmasına zemin hazırlamaktadır. İç mihrakların sürüp verimli hale getirdiği tarlalara, dış mihraklar fitne tohumlarını ekme imkânına sahip olabilmektedir.

Müslümanların yaşadığı ülkelerde, farklılıkların kaos ve kargaşaya yol açmaması için, çoğulculuk üzerine tefekkür etmemiz icap etmektedir. İslam’ın ana kaynakları olan Kuran ve sünnetin, plüralizme imkân tanıyıp tanımadığı noktasında sağlıklı tartışmalar yapılmalıdır. Yazımıza devam edeceğiz.