YAZARLAR
Aidiyet Ruhunun Ahlâkî Riski

Ahlak, uygulama boyutuyla daha çok cemiyet hayatıyla ilgili olsa da, üretilmesi/edinilmesi yönüyle birey önceliklidir. Ahlakı edinecek olan bireyin kendisidir. Elbette birey, toplumdan yararlanarak ahlakını oluşturur. Ama, burada mühim olan, ahlak oluşturma sürecinde bireyin eleştirel değerlendirme yaparak toplumdan kabul edilmeye değer bulduklarını alıp, uygun olmayanları reddedebilen özne olmasıdır. Toplumu dikkate almak, ondan beslenmek, bilinçsizce onun güdümüne girmeyi gerektirmez. Toplumun/grubun nesnesi olan kişi, bireyleşerek kendini gerçekleştirme imkânını yitirir; ahlak üreten özne olamaz.
Ne bireyi, ne de toplumu ihmal edemeyiz; her ikisine gerekli değeri vermek, birey-toplum ilişkisini doğru anlamak zorundayız. Topluma aşırı vurgu yaparak bireyi silikleştirmek, bireyin varlığını tehdit ettiği kadar toplumun varlığını da tehlikeye atar. Aksi de söz konusudur. Bunlardan birine aşırı vurgu yaparak diğerini silikleştirmek, her ikisine de zarar verir.
Bireyin silikleşip nesneleşmesine yol açan yanlış/aşırı toplum/cemaat/grup anlayışı, bilinçsiz/şartlandırılmış aidiyet ruhu, ahlak edinmesini sağlayacak yetkinlikten bireyi yoksun bırakır. Çünkü bireyin ahlak gelişimini sağlayan muhakeme gücü, eleştirel düşünme gibi temel insanî yetilerinin gelişmesini önler. Ahlakça gelişme olmadan kişide dış kontrol yerini iç kontrole bırakamaz; bu kişi, ahlaklı olmaya değil, ahlaklı görünmeye çalışır. Gruba körü körüne aidiyetin esiri olan kişi, varlık dünyasını ve bu arada kendi varlığını iyi anlamlandıramadığından aidiyetin mahiyet ve sınırlarını doğru belirleyemez. Bundan ahlak anlayışı da sakatlanır. Temelde ahlak, öteki canlılara, hatta cansızlara yönelik tutum ve davranışlarımızla ilgili olduğundan, ahlaklı olmak, en azından geniş bir insanlık algısına sahip olmayı gerektirir. Ölçüsüz tarafgirliklere yol açan aidiyetin güdümündeki kişi, bırakın bütün varlık dünyasını, insanlık ailesine mensubiyetini dahi kavrayamaz. Varlık dünyasını daralttığı için, ahlakî değerleri uygulama evrenini de daraltır ve böylece kendi ahlakiliğini dinamitleyebilir. Onun dünyasında ahlakın genel geçerlik özelliği yok olur. İyi olmayı, varlık dünyasına değil, sadece aidiyeti olan ailesine, arkadaşlarına, grubuna, toplumuna layık görür. Onların dışındakilere karşı iyi davranmayı gerekli görmeyebilir. Dahası, kendi grubundan olmayanlara karşı kötülüğü büyük bir görevi ifa etmiş olma edasıyla işleyebilir. Mensup olduğu oluşum adına işlenen kötülüklere itiraz edemez; çünkü onların ahlak dışı olduğunu anlayamaz.
Böylesine nesneleşmiş kişilerden sağlam cemaat, cemiyet ve ümmet oluşmaz; yığınlar olur.