Bedevilik ve Hadarilik Kıskacında İslam Ümmeti

Bedevilik ve Hadarilik Kıskacında İslam Ümmeti

İslam ümmeti, tarihin her döneminde farklı medeniyet sınavlarından geçmiştir. Tarihsel olarak medeniyet kurucu bir misyon üstlenmiştir. Ancak bugün bu misyonun uzağında ve kimlik krizleriyle boğuşan dağınık bir görünüm arz etmektedir. Ümmetin karşı karşıya olduğu en temel krizlerden biri, bedevilik ile hadarilik arasında sıkışıp kalmış olmasıdır. Bu iki kutup, sadece sosyolojik bir karşıtlık değil, aynı zamanda zihniyet dünyamıza da sirayet etmiş bir çelişkinin ifadesidir.

Bedevilik, sadece sosyolojinin değil, neredeyse tüm sosyal bilimlerin öncüsü konumunda olan İbn Haldun’un (ö. 1406) ifadesiyle, göçebe hayat tarzının temsilidir; sadelik, doğallık ve dayanışma ile karakterize edilir. Çağdaş literatürle isimlendirecek olursak, buna taşralılık diyebiliriz.  Ancak bu yapı, modern dünyanın karşısında çoğu zaman entelektüel gerilik ve sosyal kapalılıkla malul olmuştur. Hadarilik ise şehirli, yerleşik ve medenileşmiş yaşamı ifade eder; ilim, sanat ve kurumlaşmayı beraberinde getirir. Ne var ki, bu medenileşme süreci zamanla dünyevileşmeye, yozlaşmaya ve sekülerleşmeye de kapı aralayabilir.

Ümmet, bir yanda sahih gelenek ve hikmetle irtibatını koparmamış, fakat modern dünyaya karşı tutunamayan yapılarla; diğer yanda teknolojik ilerlemeyi ve şehirleşmeyi yakalamış, ancak manevi çöküş yaşayan toplumlarla karşı karşıyadır. Ümmetin ruhu, bu iki uç arasında adeta bir kıskaca alınmıştır. Bu durum, bize değerli mütefekkir Daryush Shayegan’ın “Yaralı Bilinç” diye nitelendirdiği sonuca götürmüştür.

Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, bu bütünlüğü yeniden keşfetmektir. Sahih gelenekle irtibatı olan, ama çağın ruhunu da okuyabilen bir bilinç. Ne salt nostalji ne de yüzeysel bir ilerlemecilik. Ne maziperestlik ne de zamana esaretlik. İslam ümmeti, kendi medeniyet kodlarına dönerek bedevilik-hadarilik kıskacını aşabilir. Aksi hâlde ya şekilciliğe hapsolacak ya da köksüzlüğe sürüklenecektir.

Asıl mesele, bu ikilemin ötesine geçebilmektir. Salt bedeviliğin sadeliğine övgü ne de bize sunulan ve adeta dayatılan medeniyet anlayışına teslimiyet. Çözüm, İslam’ın özündeki hikmeti yeniden keşfetmekte, vahyin aydınlığında insanlığa hizmete memur evrensel medeniyeti yeniden inşa etmektedir. Hz. Peygamber (sav), bedevi bir toplumdan yola çıkarak hem ahlaki hem kurumsal bir medeniyet inşa etmiştir. Bu inşa süreci, geleneklerin körü körüne taklit edilmesiyle olmadığı gibi yabancı modellere hayranlıkla da gerçekleşmemiştir. Aksine, vahyin rehberliğinde, hikmetle yoğrulmuş bir dönüşümle vücut bulmuştur.

Ümmetin manevi felahı ve maddi refahı, bu örneklikte saklıdır. Ne geçmişe mahkûm olmak ne de geleceğe kör bir hayranlıkla teslim olmak. İslam, bu ikisinin de ötesinde, sahih bir medeniyet tasavvuru sunar. Bu tasavvuru diriltmek, ümmetin önündeki en büyük sorumluluktur.