YAZARLAR
Avrupa’nın Yeni Sınavı: İnanç Özgürlüğü
Avrupa’nın yıllardır en çok övündüğü değerlerden biri inanç özgürlüğü olagelmiştir. Bu ilke, yalnızca bireyin Yaradan ile ilişkisini değil, aynı zamanda devletin vatandaşa karşı tarafsızlığını da güvence altına alıyor. Ne var ki bugün Almanya’dan Avusturya’ya, Fransa’dan Hollanda’ya uzanan geniş bir hatta bu tarafsızlık ilkesi tek yönlü bir baskı aracına dönüşüyor. Zira “Tarafsız” olmanın yolu “inancını gizlemek” olarak takdim ediliyor.
Devletin Tarafsızlığı!
Bu anlayışın son örneği Almanya’da Braunschweig Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin başörtülü bir kadının devletin tarafsızlığı ilkesi kapsamında fahri yargıçlık yapamayacağına ilişkin kararı oldu. Oysa bu ve benzer kararlar, devletin tarafsızlığını korumak yerine, devleti tek bir kültürel normun egemenliği altına sokuyor. Çünkü bir yargıcın dinî sembol taşıması, onun adalet duygusunu ortadan kaldırmazken tam tersine o sembolü yasaklamak, devletin belirli bir inanç biçimini “saklanması gereken” bir olgu olarak gördüğünü açıkça gösteriyor. Üstelik kararın temyiz yolunun kapalı olması ile bu konuda bir “hukuki bir duvar” örülmüş oluyor.
Komşu Avusturya’da ise hükûmetin “kız çocuklarını erken yaşta baskıdan korumak” gerekçesiyle dayattığı yasa girişimi, dinî özgürlüğe yönelmiş bir başka saldırı niteliğinde.
Geçen sayılarda detaylı değindiğimiz bu yasak ile 2020’de Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bir yasa neredeyse birebir aynı şekilde yeniden gündeme getiriliyor. Bu da gösteriyor ki mesele artık hukuk değil, ideoloji meselesi.
Berlin’de Namaz Yasağı
Başörtüsü yasaklarına ek olarak son günlerde önümüze düşen bir başka yasak kararı da Berlin’de bir lisede alınan namaz yasağı kararı oldu. Dinî çeşitliliği zenginlik değil, “rahatsız edici” bir unsur olarak gören bu yaklaşım, genç nesillere açık bir mesaj veriyor: “İnancınla var olma, onu gizle.” Berlin gibi kozmopolit, çok kültürlüğe ev sahipliği yapan bir şehirde, öğrencilerin ibadet hakkının engellenmesi yalnızca din özgürlüğüne değil, birlikte yaşama kültürüne de zarar veriyor. Okullar, gençlerin kimliklerini bastırdıkları değil, saygıyla yaşattıkları yerler olmalıydı.
Görünmeyen Çok Kültürlülük
Avrupa’da “tarafsızlık” ilkesi, giderek asimilasyonun ideolojik kılıfı hâline geliyor.
Kamu görevinde başörtüsü takmak, okulda namaz kılmak veya sınıfta dinî bir sembol taşımak tarafsızlığa aykırı sayılıyor. Oysa bu tutum, tarafsızlığı değil, “seküler bir üstünlük anlayışı”nı yansıtıyor. Bu anlayış, inançsızlığı tarafsızlık, dindarlığı ise tarafgirlik gibi gösteriyor. Böylece devletin görevi, özgürlükleri korumak değil, onları sınırlamak hâline geliyor.
Esasında bu yaşananlar, Avrupa’nın sadece Müslümanlara değil, kendi demokratik temellerine de yönelttiği bir tehdit. Çünkü bu adımların her biri Avrupa’nın “çok kültürlülük” söylemini bir kez daha sorgulatıyor. Merz’in “Stadtbild” söyleminin yansıttığı gibi âdeta görünmeyen bir “çok kültürlülük” isteniyor. Ve önümüzdeki dönemde inanç özgürlüğü, Avrupa’nın gerçek sınavı olacağa benziyor.